İlkbahar – Ömer Seyfettin Hikayesi

0
(0)

Ömer Seyfettin, Türk edebiyatının önemli yazarlarından biridir. Özellikle milli ve realist hikayeleriyle tanınır. İlkbahar ise, yazarın daha lirik ve duygusal bir yönünü gösteren bir hikayedir. Bu hikayede, Ömer Seyfettin, bahar mevsiminin güzelliklerini ve geçiciliğini anlatır. Köydeki bir çağlayanın kenarında köpeğiyle geçirdiği huzurlu ve mutlu anları betimler. Hikaye, yazarın çocukluk dönemine ait duygusal ve ruhani bir atmosfer yaratır.

***

Köyde idik… Pâk ve mutedil bir neşve-i cuş ile haykıran küçük çağlayanın o kadar yakınında idim ki sukut-ı abdan uçuşan nâ-mer’i zerreler hayalî bir yağmur gibi yüzümü ıslatıyor ve köpeğim yüzükoyun uzanmış yarım kapalı gözleriyle bu ilk gördüğü manzarayı seyrederek kımıldanmağa cesaret edemiyordu. İhtiyar meşe ağaçlarının; nemnâk taşları örten kesif ve mütevahhiş çalılar üstüne zümridîn ve muhtez benekler hâlinde gölgeleri düşüyor, yeni çıkan narin ve şeffaf otlar çağlayanın muhrik ve muğfil ninnisiyle nazan bir hab-ı masum uyuyordu.

Hiçbir ses, ne bir kuş, ne bir böcek bu sükûnet-nûşîn-i müterennimi ihlâl etmiyordu. Rüzgâr, hareket, hatta hayat; sanki bunlar ebediyen sönmüştü. Ben ve köpeğim mesuttuk. Bu yeşil rüya-yı serab-alûd-ı bahar içinde, her şeyi unutmuş; elemden, emelden, arzulardan uzak; mesuttuk. Ben de onu taklit etmiş, yüzükoyun yatmıştım. Yazın sehhar kokusunu, altımdaki ratip ve temiz toprağın çıkardığı buy-ı sükkerîn-i baharı kokluyordum. Bilmiyorum bu huzuz-ı bî-haber içinde ne kadar kaldık!

Fakat çağlayanın seda-yı girizanı değişmeğe, yeşil gölgeler yavaş yavaş dağılarak kararmağa, beyaz köpükler esmerleşmeğe, riyâh-ı şâm gayr-i mahsus mevecatıyla serin bir nefes-i veda gibi esmeğe başladı. Akşam oluyor ve uyanmak lâzım geliyordu. Ayağa kalktım, “Haydi Koton” dedim, “artık gidelim.” Mutî köpeğim kalkmak istemiyor: “Niçin böyle münasebetsizlik ediyorsun?” gibi manidar ve parlak gözleriyle müstemend ve ricakâr, bana bakıyordu. Zavallıya huzuz ve saadeti mahvolacağından acıyordum.

Tekrar yanına oturdum, güzel başını, düşük kulaklarını ellerimle okşayarak “Evet, gideceğiz Kotoncuğum” diye teselli ediyordum; “gideceğiz, burada yaşadığımız ân-ı saadeti de bütün geçen ve geçecek saadetler gibi mazi-i hatırata terk edeceğiz. Birkaç saat sonra gece müphem ve serair-âlûd karanlıklarıyla hulûl edecek; şimdi çakılların, otların arasında saklanan müstehzi kurbağalar madenî ve haşyet-aver naralarıyla zulmette birer görülmez heyulaya münkalip olan ağaçları raks ettirecek, bu güzel ve cennet-âsâ mahal korkunç ve deycûr bir kâbus olacaktır.

Ah bilsen ki bütün saadetler, bütün baharlar, bütün telezzüzler ne kadar aldatıcı ve fâni rüyalardır!” O, söylediklerimi anlamıyor, yalnız gülen yumuk gözlerinin müteşekkir parlaklıklarıyla izhar-ı memnuniyet ediyor ve yanına oturduğumdan, nazikî-i nevazişimden burada ebediyen kalmağa razı oldum zannederek şiddetle kuyruğunu sallıyordu. 

Bu gönderiyi ne kadar beğendiniz?

Puanlamak için bir yıldıza tıklayın!

Ortalama değerlendirme 0 / 5. Oy sayımı: 0

Şu ana kadar oy yok! Bu gönderiye ilk oy veren siz olun.

Bu yazı sizin için yararlı olmadığı için üzgünüz!

Bu gönderiyi geliştirelim!

Bize bu yazıyı nasıl geliştirebileceğimizi söyleyin?

Keşfet