Çirkin Bir Hakikat – Ömer Seyfettin Hikayesi
Ömer Seyfettin, Türk edebiyatının önemli yazarlarından biridir. Özellikle milli ve realist hikayeleriyle tanınır. Çirkin Bir Hakikat ise, yazarın daha karamsar ve eleştirel bir yönünü gösteren bir hikayedir. Bu hikayede, Ömer Seyfettin, ev sahibi olan bir kadının ihanetini öğrenmesiyle yaşadığı hayal kırıklığı ve nefreti anlatır. Kadınlara karşı duyduğu güvensizlik ve küçümseme duygularını yansıtır. Hikaye, yazarın toplumun ahlaki çöküşüne dair sert bir tavır sergiler.
***
Âtideki satırlar henüz bir Fransız evinde pansiyoner bir mekteplinin defter-i hatıratından kopya edilmiştir. Oh ne çirkin şeyler… Bu hayat ne kadar sefil, bu cemiyet-i beşeriye, bu insanlar, bilhassa bu kadınlar ne kadar adî, ne kadar ruhsuz?.. Nihayet bunu da mı işitecektim; bu müthiş, bu yaralayıcı, bu öldürücü tahkire de mi hedef olacaktım?..
Ben ona o kadar hürmet ederken; bütün adîliğiyle, ihtiyarlığıyla, çirkinliğiyle beraber en lâtif, en müstesna, en şayan-ı perestiş genç kızlara bile gösterilemeyecek nezaketler ibraz ederken onda hiç olmazsa güzel, sanatkâr bir ruh olduğuna hâlâ aldanmak istemeyen bir kanaat, bir ihtiyac-ı ruhî ile inanarak; o hafif, sarı, ince çizgilerle buruşmağa başlayan yorgun simasında yine bir hatıra-i manidar-ı şebab bulmağa çalışırken o ne kadar çirkin düşünceler arkasında koşuyor, insanı üşüten, titreten, feryat ettiren ne iğrenç hatıralar arasında dolaşıyor imiş…
Ah bu kadınlar!.. Bu akşam bilmem nasıl oldu, nasıl başladı?.. Onun yine garip, sırf söylemiş olmak için söyleyenlere mahsus bitmek tükenmek bilmeyen gevezelikleri arasında nefret-engîz bir hadiseyi izah eden birkaç perişan kelimecik ağzından kaçmış bulunuyordu. “O, burada idi. Zevcim dostlarıyla beraber çıkmıştı; küçük, uzun uzun nefeslerle uyuyor, ihtimal ki zavallı biraderini, ancak senede bir kere görebildiği bu kardeş ruhunu görerek dalıyordu. Biz senin odana geçtik. Gevezelik etmek için orası ne kadar muvafıktır değil mi?.. İlh…” Ah bu sefil kelimeler, bu çirkin cümleler…
Demek ki biz Kristal’de o adî, sevimsiz “Cafe Concert”in gürültülere, patırtılara birer mesken-i rezil olan soğuk mermerli masalarının kenarında çıplak kol ve bacaklarıyla göbek atan birkaç zavallı kızcağızın; hayatlarını namusları pahasına kazanan birkaç Alman fahişesinin sefaletlerine acırken o, -ah ismini söyleyemeyeceğim- o adî, o kaba, o her türlü hissiyattan mahrum, rezil herif burada imiş, benim odamda, henüz bir rayiha-i cüz’î-i fuhuş, bir hava-yı hafif-i âdiyet bile uçmayan hücre-i namuskârımın ortasında, en saf, en bakir, en sevimli emellerime, en samimî, en hissî teessüflerime; hazain-i bî-nihaye-i aşkın henüz saadet-i iptidaiyesini tatmağa başlayan kalbimle en rakîk temennilerime birer şahid-i sâkit olan bütün bu eşyamın arasında yalnız ikisi… Yalnız ikisi bulunuyorlarmış!..
Ah, ben buna tahammül edemiyorum, benim hissiyatım bunu, bu iffetsiz, bu çirkin hikâyeyi kabul etmek istemiyor. Ve işte bu akşam, dün iki sefil vücut tarafından çiğnenen, ezilen zavallı yatağıma girerken ta başucumda asılan resmi, onun, o namussuz kadının resmini görmek istemedim. Yüzünü tamamıyla duvara doğru çevirdim. Ve “Oh işte daima böyle saklanmağa mahkûm kalacaksın; adî kadın!..” diye haykırarak zaafından titremeye başlamış olan bu fakir, bu nahif mevcudiyetimi, o artık kirlenmiş iffetiyle hakir bir manzara arz eden yatağımın içine attım. Gözlerim yavaş yavaş yumuluyor ve başımın üzerinde rengârenk fistanlar ve parıltılarla karışık bir âlem-i azîm-i fuhuş dönüyor, beni de ihata ediyordu.