At – Ömer Seyfettin Hikayesi

0
(0)

Ömer Seyfettin, Türk edebiyatının önemli yazarlarından biridir. Özellikle milli ve realist hikayeleriyle tanınır. At ise, yazarın daha romantik ve hayalci bir yönünü gösteren bir hikayedir. Bu hikayede, Ömer Seyfettin, at binmeyi çok sevdiği ve atıyla birlikte geçmişe özlem duyduğu bir günü anlatır. Kahramanlık ve macera arzusunu ve modern hayattan sıkıntısını yansıtır. Hikaye, yazarın tarihe ve ecdada dair duygusal bir atmosfer yaratır. Hikayeyi aşağıda okuyabilirsiniz:

***

Muhafız ahırında üç haftalık bir istirahattan sonra binmek için beni yanına sokmayan haşarı atımı bugün tam iki saat koşturdum. İyice terledi. Bulanık Vardar’ın kenarını kaplayan sıska ve hazan-dîde söğüt ormancığının içindeki geniş yolu takip ederken, yorgun ve bî-tap, sanki durmak istiyordu. Fakat ben, bilakis o kadar zî-hayat, o kadar zinde ve faal idim ki…

Elimdeki sarı kırbacı şiddetle ve gayr-i ihtiyarî savurdum. Bu fevkalâde ve gayr-i müterakkıp darbe onu şiddetli bir dörtnala kaldırdı. Ormanın yapraksız ağaçları artık etrafımda geçici bir çizgi fırtınasıydı. Yek-ahenk bir rüzgâr, kulaklarımda vızıldıyordu. Ben, akur bir kuvvetin üstünde uçuyor gibi, pek çabuk yakınlaşan uzaklara bakıyor, bu azgın ata bindikçe daima duyduğum şeyleri tekrar hissediyor, “Ah, dört beş asır evvel yaşasaydım!” diye mütelezziz oluyordum.

Bağlar, ova, her taraf boştu. Semada sakin bulutlar, beyaz ve cesim köpükler hâlinde sabit duruyordu. Atım nihayet yavaşlar gibi oldu. Süratliye geçecekti. Ben hayalâtımdan uyanmamak için tekrar kamçımı savurdum. Eski dörtnal daha çılgın, daha mecnun, tezayüt etti. Kütüklerin, hendeklerin üstünden atlıyordu. Tarlalardan kalkan çamur parçaları etrafa, bazen de üstüme sıçrıyordu.

Dört beş asır evvel yaşamak… Bu ne tatlı bir hayattı! Şan, şöhret, tagallüp, muvaffakiyet, aşk, hırs, istibdat… Hayatı hissettiren ve şimdi maatteessüf bir masal, bir tarih zemininden başka bir şey olmayan bu tatlı ve hakikî heyecanlar vardı. Ah, bu toprakların üzerinde benim ecdadım bir girdibâd-ı berk-âlûd-ı zafer gibi akıncılık ederken ne kadar mesut, mağrur idiler…

Kahramanlık, şecaat ve cesaret-i mutlak içinde geçen gençlikleri onlara ihtiyarlıkları için ne tesellisiz hatıralar, ne muğfil iftiharlar bırakıyordu. Hâlbuki biz, silahsız, kansız, azametsiz olduğu kadar yorucu, harap edici olan mücadele-i medeniyetin bîçare muharipleri, ne kadar sefiliz…

Atım mütemadiyen dörtnala koşuyor ve sigara içiyormuş gibi burnunun deliklerinden maî bir duman çıkıyordu. Ben, teskin olunamayan bir ihtiyac-ı harp, bir iştiyak-ı hücum ile yine onu kamçıladım. Dar bir boğaza girdik. Sağımda çamurlu Vardar, zayıf bir sadâ-yı cereyan çıkararak akıyor, etrafımızdaki üryan ağaçlar, abûs ve matemî sallanarak geçiyor, solumdaki demiryolu bazen yükselerek, bazen atımın koştuğu gayr-ı muntazam arızalı yollar bir seviyeye inerek, fakat daima düz, daima müstevî, soluk ve mürde, ecnebi bir yılan gibi uzanıp gidiyordu.

Ben de iyice terledim, kalçalarım sızlamağa başladı. Atım, ıztırabımı duymuş gibi süratliye geçti. Bu sefer gayr-i ihtiyarî kamçılamadım. Zaten kasabaya giriyordum. Evler miskin ve tembel uyuyor gibiydi. Suyun kenarında kalın ve çıplak baldırları görünen birkaç Bulgar kızı iki kat olmuş, bir şeyler yıkıyorlar, serseri köpekler bana havlıyorlardı. Birden dizgini çektim. Atım durdu.

Şiddet-i teneffüsten karnı bacaklarımı açıp kapıyordu. Etrafıma baktım. Bu pis ve asayişperver manzara bana o kadar nefret-âmiz göründü ki gayr-i kabil-i tesmiye bir elem-i anî içinde ağlamak arzu ettim. Atımı tekrar geri döndürmek, şu halî dağlara kaçmak istedim. Böyle sükût-ı miskinâne içinde yaşamaktan oralarda açlıktan ve soğuktan ölmek daha iyiydi.

Güldüm, şu muhakemem ne garip münasebetsizlikti. Beni, önümdeki geçecek günlerde bekleyen ve mukaddes olduğu zannolunan vazifelerim yok muydu?.. Gülüyordum. Bu hayal ile yirminci asırda yaşadığımdan biraz mahcup, kasabaya girdim. Evime geldim. Artık beni hep şöyle lüzumsuz hislerle sarsan bu ata, bu azgın mahlûka binmeyeceğim. Bir motosiklet alacağım. Fakat bu mümkün mü? Bana maziler, vahşetler, lezzet-i harb ü vega yerine, ihtimal ki müstakbel-i nâ-mahdûdu, dirijablıları tahayyül ettirecek olan bu makine, bu zavallı masnû, acaba burada yürümek için kaç kilometre yol bulabilecek? 

BU İÇERİĞİ NE KADAR BEĞENDİNİZ?

Puanlamak için bir yıldıza tıklayın!

Ortalama değerlendirme 0 / 5. Oy sayımı: 0

Şu ana kadar oy yok! Bu gönderiye ilk oy veren siz olun.

Bu yazı sizin için yararlı olmadığı için üzgünüz!

Bu gönderiyi geliştirelim!

Bize bu yazıyı nasıl geliştirebileceğimizi söyleyin?

Keşfet

Paranormal Haber sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin