Gerçek Korku Hikayesi: Defineye Cin Büyüsü Yapmışlar

307
4
(3)

Dehşetle sesin geldiği yöne bakan arkadaşlar, ormanlık alanda parlayan onlarca göz görür. Gençlerden biri olduğu yere yığılır. Mehmet ve diğer arkadaşı, altınları ve yere yığılan arkadaşlarını bırakarak olay yerinden kaçarlar. Mehmet’in evi olay yerine yakın olduğu için kısa süre sonra evine girer. Gece evlerine gitmeyen gençleri merak eden aileleri, sabahın ilk ışıklarıyla gençleri aramaya başlar. Çok geçmeden gençler bulunur ve köy meydanında ağıtlar yankılanır.

Mehmet ile kaçan genç, olay yerinden bir kilometre ötede, yolda gördüğü köylülere olayı anlatırken “Buldular beni!” diyerek tekrar kaçmış ve evine yakın bir fındık bahçesinde ölü bulunmuş. Diğer genç yığıldığı yerde cansız yatıyormuş. Mehmet’in akıbeti ise belli değilmiş. Annesi Mehmet’in o gün eve hiç gelmediğini söylemektedir. Gençlerin bulduğu altınları da ne gören ne de duyan olmuştur. Köylüler, bu olaylardan sonra o dereye Cin Deresi köprüye ise Cin Deresi Köprüsü demişlerdir.

İşin aslı şudur: Burada büyü işleriyle uğraşan Rum bir aile varmış. Bu bölgeyi terk etmeden, önce altınları Cin Deresi kenarındaki kayanın çevresinde bir yere gömerek cinler tarafından korunması için büyü yapmışlardır. Gençlerin kazısı sonucunda sandıktan çıkanlar büyüde kullanılan materyallermiş…

Neyse, nihayet uzun bir yolculuğun sonunda köyümüze varmıştık. Otogardan kalkan minibüsler, köy meydanına kadar geliyordu. Biz meydana vardığımızda; dedem, kasalı motosikletiyle çoktan gelmişti bile. Vakit kaybetmeden yerleştik motosiklete. Tepedeki evimize doğru yola çıktık. Çok geçmeden Fadime teyzenin evinin oraya gelmiştik.

Motorun sesini duymuş olacak ki biz geçerken eve girdiğini gördük. Garip birisiydi Fadime Teyze. Daha önce sesini bile duyduğumu hatırlamıyordum. Az ileride tarih kokan ahşap köprü karşıladı bizi. Bu bölgenin hikayesini duyduğumdan beri her geçişim içim ürperiyordu.  Dedem ve babama baktım; dudaklarını oynatıyorlardı. Belli ki onlar da geçerken ürperiyorlardı ve dua okuyorlardı.

Köprüyü geçtikten sonra dik yokuşu tırmanmaya başladık. Çok geçmeden akrabaların evleri karşımıza çıkmaya başladı. Geçerken tek tek uğrayarak selamlaştık. Bizim evimizin de bulunduğu tepede yaklaşık 15 hane vardı ve çoğu da akrabalarımızın evleriydi. Evimize vardığımızda kendimi direkt yatağa attım. Çünkü çok yorulmuştum. Uyandığımda Güneş batmak üzereydi.Kendimi dinlenmiş hissediyordum.

Uyandığımı gören annem mutfaktan seslendi “Sercan, oğlum, çardağın altına sofra kuracağız. Amcamlar da gelecek. Şu tabakları taşıyıver.” dedi.Amcamların geleceğini duyunca sevindim. Akın ve Emre adında, akranım sayılabilecek iki kuzenim vardı. Birbirimizi çok severdik ama aramızdaki mesafeler uzun olduğu için ancak yılda bir ay görüşebilirdik. Onlar burada yaşıyorlardı.

Evin bahçesinde güzel bir akşam yemeğinden sonra kuzenlerimle muhabbete başladık. Yarın köy meydanında buluşup dondurma yer, biraz da etrafı dolaşırız diye sözleştik. Böyle buluşmalarda çoğu zaman abur cubur bir şeyler alıp, eski okulun bahçesinde oturup yerdik. O tenha yeri seçmemizin bir başka nedeni ise bir araya geldiğimizde bazen gizli gizli sigara içmemizdi. Çok gelen giden olmadığı için yakalanma riski azdı.

Birkaç defa okul içinden tuhaf seslerin geldiği de olmuştu. Gidip baktığımızda; tek sınıftan oluşan, duvarında çok eski bir kara tahta ve çürümüş sıraları olan bir harabeden başka bir şey göremezdik. Aslında çok ürkütücü bir görüntüsü vardı ama sık sık geldiğimizden alışmıştık. Yemekten sonra çay demlendi. Büyükler bir köşede sohbet ederken biz de yakınlarında üç kuzen muhabbet ediyorduk. Derken büyüklerin muhabbeti dikkatimi çekti ve kulak kabarttım.

Babam amcama “Muhiddin amcadan hala haber yok değil mi?” diye sordu. Amcam da “Yok. En son Cin Deresi’nde altının peşine gitmişti. Gidiş o gidiş. Ne ölüsü ne dirisine bulundu.” dedi. Muhiddin amca amca bu Cin Deresi hikayesine inanmazdı. Ona göre o gece defineyi bulduktan sonra Mehmet, arkadaşların öldürüp define ile birlikte kaçmıştı. Ne zaman bu konu açılsa “Bırakın bu cin masallarını! Mehmet altınlarla kaçtı. İki delikanlının da canını aldı.” diye kızardı.

Belki de haklıydı. Bir gün köy kahvesinde konu açılınca Muhittin amca sinirleniyor. “Benim korkum yok. Cin Deresi’nde define bulunduysa başka defineler de vardır.” deyip kazma kürekle dere kenarına gidiyor. Onu en son fındık bahçesinde çalışan işçiler görüyor. Jandarmaya haber veriliyor. Günlerce aranmasına rağmen sonuç alınamıyor.

Saat epey geç olmuştu. Amcamlar hazırlanıp, Toros marka arabalarına binip gittiler. Ertesi gün öğlen vakti, sözleştiğimizgibi kuzenlerle buluşmak için okul bahçesine gitmek üzere yola koyuldum. Yaklaşık 10 dakikalık yürüyüşün ardından Cin Deresi’nde varmıştım. Gündüz gözüyle uzaktan çok güzel görünüyordu.Ormanın ortasında akan tertemiz suyla bir dere.  Etrafta birbirinden güzel kuş sesleri…

Uzaktan biraz baktıktan sonra köprüye doğru yürüdüm. Yaklaştıkça o ürperti tekrar geliyordu. Burada kötü bir enerji vardı. Bu apaçık ortadaydı. Köprüyü hızlıca geçtim. Yoluma devam ettim. Az ileride, Fadime teyze biriyle konuşuyor gibi ellerini sallıyordu. Ama karşısında kimse yoktu. Çok geçmeden geldiğim, fark etti ve hızla eve girip, kapıyı çarptı. Oğlu kaybolduktan sonra üzüntüden delirdi herhalde, diye aklımdan geçirdim.

Okulun bahçesine vardığımda kuzenlerim gelmemişt henüz. Beklerken babamın paketinden arakladığım sigarayı yaktım.  Yarıya kadar içmiştim ki gelen konuşma sesleriyle korkup sigarayı attım. Bu ses babamın sesiydi. Çok net duyabiliyordum. Kaçarken ayaklarımın altındaki kuru yaprakların hışırtı sesleri beni ele vermişti. “Kim var orada?” diyerek hızla geliyorlardı.

Beni görmesinler diye okulun arkasındaki tenha bölüme geçtim. Okulun arka duvarını sarmaşıklar sarmıştı. Sarmaşıklar arasında bir boşluk bularak, sırtımı okulun duvarına dayadım. Babam sigara içtiğimi öğrenirse çok kızardı. Korkumdan, bir süre saklandığım yerde öylece oturdum. Derken içim geçmiş, uyumuştum. 

Rüyamda okulun bahçesindeydim. Okul yeni gibiydi. Bahçesine çiçekler ekilmişti. Rengarenk bir manzara vardı. Etrafta birbirinden güzel kuş sesleri yankılanıyordu. Fısıltı şeklinde bir ses, okulun içine girmemi söylüyordu. İçeriden çocuk sesleri geliyordu. Pencereye yaklaştım ve içeriye baktım. Bir öğretmen vardı. Elinde tahta bir cetvelle, kara tahta üzerinde bir şeyler anlatıyordu.

Baktığım pencere, kara tahtayı tam karşıdan görüyordu. 30 kadar çocuk, sırtları bana dönük olarak ders dinliyordu. Bir anda havanın karardığını fark ettim. Arkamı dönüp baktığımda korkuya kapıldım. Az önceki güzel bahçe gitmiş, yerine okulun harabe halindeki bahçesi gelmişti. O; günlük güneşlik hava, yerini kasvetli ve kapalı bir hale bırakmıştı.

BU İÇERİĞİ NE KADAR BEĞENDİNİZ?

Puanlamak için bir yıldıza tıklayın!

Ortalama değerlendirme 4 / 5. Oy sayımı: 3

Şu ana kadar oy yok! Bu gönderiye ilk oy veren siz olun.

Bu yazı sizin için yararlı olmadığı için üzgünüz!

Bu gönderiyi geliştirelim!

Bize bu yazıyı nasıl geliştirebileceğimizi söyleyin?

Keşfet

ParanormalHaber sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et

ParanormalHaber sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et