Gerçek Korku Hikayesi: Defineye Cin Büyüsü Yapmışlar

Yaklaşık  20 metre kadar ileriden bir sis bulutu, yavaşça bana doğru geliyordu. Başımı tekrar okulun bulunduğu yöne çevirdiğimde gördüğüm manzara karşısında korkudan kalbim duracak gibi oldu. Öğretmenin yerini çirkin bir yaratık almıştı. Gözleri bembeyazdı. Boyu çok uzundu. Ağzı, yırtılana kadar açılmış bir insan ağzı gibiydi. İşaret parmağıyla beni göstererek anlamadığım dilde bir kelime söyledi.

O anda sınıfın sıralarında oturan yaratıklar, vücutlarını çevirmeden kafalarını bana doğru döndürdüler. 30 çift, bembeyaz ve parlak göz, bana doğru bakıyordu. Çığlık atarak arkamı döndüm ve sisin içine doğru koşmaya başladım. Henüz daha birkaç adım atmıştım ki çevremdeki ağaçlardan yüzlerce karga, çirkin sesleriyle ötmeye başladı. Ve uçarak bana saldırmaya başladılar.  Kargaların gözleri kıpkırmızıydı. 

Ellerimle başımı korumaya çalışarak koşuyordum. Ayağım takılıp yüzüstü yere düştüm. Yerden kalkmak için doğrulduğumda o yaratığı tepemden aşağı bana bakarken gördüm. Korkunç bir çığlık atarak üzerime atıldı. Yerimden sıçrayarak uyandım. Yüzümde boncuk boncuk ter vardı. Saklandığım sarmaşıkların arasında kendime geldim. Kuzenlerim ya gelmemiş ya da gelip beni göremedikleri için gitmişlerdi. 

Havanın kararmak üzere olduğunu gördüğümde başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Karanlıkta Cin Deresi’nden nasıl geçeceğini düşünüyordum. Önce köy meydanına gitmeyi düşündüm ama karanlıkta o yolda en az Cin Deresi yolu kadar korkutucuydu.Güneş batmak üzereydi bu yüzden hızlı karar vermeliydim. Cesaretimi toplayarak, eve gitmeye karar verdim ve yola çıktım. Halen gördüğüm rüyanın etkisindeydim. Bacaklarım titriyordu. 

Yol boyunca Felak ve Nas surelerini okuyarak yürüdüm. Fadime teyzenin evinin önünden geçerken pencerelerine baktım. Herhangi bir hareket yoktu. Işık bile yanmıyordu. Bir süre sonra Cin Deresi Köprüsü görünmüştü. Sağımdan solumdan fısıltı şeklinde sesler geliyordu. Her fısıltıda kafamı sesin geldiği yöne çeviriyordum. Arkamdan gelen sesle sırtımı köprüye döndüm. Kimse yoktu. 

Önümü tekrar köprüye döndüğümde, köprü üzerinde sıralanmış varlıklar, bembeyaz ve parlak gözleriyle bana bakıyordu. Korkudan ağlamak istiyorum ama ağlayamıyorum. Olanca gücümle geriye doğru koşmaya başladım. En yakın ev Fadime teyzenin eviydi. Soluk soluğakapısına vardım. Kapıyı kırarcasına yumrukluyordum ama açan olmadı.

Fısıltı sesleri gelmeye devam ediyordu. Evin bahçesinde ahır vardı. Saklanmak için oraya koştum. Ahırın kapısı kilitliydi. İki bölmeden oluşan bir ahırdı bu. Soldaki bölmeden hayvan sesleri geliyordu. Arkasından dolandım. Sağdaki odaya ait bir pencere vardı. Pencereyi tahta çakarak kapatmışlardı. Tüm gücümle yüklendim belki açarım diye. Bir tahta parçası yerinden çıktı. İçeriden hırlama sesi geliyordu. Eğilip baktığımda baktığımda dondum kaldım.

Boynundan ve ayaklarından zincirle bağlanmış biri vardı. Bir insandan çıktığına şaşıracağınız bir ses tonuyla gülerek, bana bakıyordu. Gözlerinin beyazı yoktu. Gözleri tamamen simsiyahtı. Saç, sakal ve tırnakları çok uzundu. Görüntüsüyle adeta vahşi bir hayvanı andırıyordu. Neydi bu yaratık? Arkamdan bir çıtırtı sesi geldi. Bakmamla gözlerimin kararması bir oldu. Kafama sert bir cisimle vurulmuştu. 

Gözlerimi açtığımda hastanedeydim. Buradan sonrasını ben de babamdan dinleyip öğrendim. Bu kısmı size onun anlattığı şekilde, onun ağzından anlatacağım:

Sercan, o gün harabe okulun yanına geldiğimizi duyduğunu söyledi. Ama biz oraya hiç gitmemiştik. Kardeşim Ahmet’le beraber ilçede evrak işlerimiz vardı. Sabah erkenden buluşup oraya gitmiştik. Dönüşte, bizim evin yakınındaki akrabalara uğrayıp, biraz muhabbet ettik. Zaman çabucak geçmiş, havanın kararma saati yaklaşmıştı. Eve döndüğümüzde hanım telaşlı bir şekilde karşıladı.

“Nedir bu halin?” diye sorduğumda “Sercan saatlerdir ortalıkta yok. Başına bir şey geldi kesin. Akın ve Emre’yle buluşacaktı ama çocuklar Sercan’ı sormaya geldi. İiçerideler şimdi. Cin Deresi’nde gitmiş olmasın?!” dedi. “Dur hanım, sakin ol. Şimdi bakarız.” dedim. Ahmet’e arabayı çalıştırmasını söyledim.

Bizim tepenin diğer yüzünde yaşayan, namı duyulmuş bir hoca vardı. Tepenin o yüzü başka bir köye bağlıydı. Çok gidip gelmezdik. Kardeşim Ahmet, tam gaz tepeye tırmanmaya başladı. Yaklaşık 15 dakika sonra hocanın evindeydik. Durumu hızlıca anlattık. Hoca, raflardan ve çekmecelerden birtakım malzemeleri alıp “Gidelim” dedi.

Cin Deresi’ne geldiğimizde, derenin etrafındaki bütün ağaçların dalları deli gibi sallanıyordu. Oysa ki aşırı bir rüzgar da yoktu. “ Siz burada bekleyin” dedi hoca. Besmele çekerek köprünün ortasına doğru yürüdü. Cebinden çıkardığı, ne olduğunu bilmediğimiz, kum gibi  şeylerden avucuna döktü. Arapça bir şeyler söyleyerek, avucundakilere üfledi. 

Ardından, çıkardığı ipi köprü korkuluklarına sarıp, dua okuyarak, düğüm atmaya başladı. Her duadan sonra bir düğüm atıyordu. Son olarak, dere kenarına inip, ateş yakarak içine bir şeyler attı ve dereden avucuna aldığı suyla ateşi söndürdü. Her şeyi olduçka hızlı bir şekilde yapmıştı. Birden ağaç dallarının sallanması durdu ve ortalık sakinleşti. 

Hoca “Şimdi arayabiliriz” dedi. Önce hızlıca dere kenarına inip, dağılarak çevreye bakındık. 

Bir yandan “Sercan” diye bağırıp, bir yandan da el feneriyle ormanlık alanı tarıyorduk. Biraz ilerledikten sonra dere kenarında patika şeklinde bir yol gördüm. Bu yolun devamı, Mehmet’in annesi Fadime teyzelerin evinin bahçesine kadar gidiyordu. Mehmet çocukken en iyi arkadaşımdı. Birkaç defa, beraber bu patikadan geçmiştik. Genç yaşta gurbete çalışmaya gittiğimden beri ayrıydık. Sonra başına gelen talihsiz olayı duymuştum.

Patikadan yukarı yürümeye başladım. Fadime teyzenin bahçesine geldiğim anda gördüğüm sahneyle yıkıldım. Fadime Teyze, yerde birini sürükleyerek taşımaya çalışıyordu. Bunlar Sercan’ın elbiseleriydi. Koşarak yaşlı kadını tuttuğum gibi arkaya savurup fırlattım. Düştüğü yere kafasını çarpıp, hareketsiz kaldı. Sercan’ın suratı kan içindeydi.

Keşfet