Charles Dexter Ward Vakası

24
0
(0)

H.P. Lovecraft; Charles Dexter Ward Vakası, 3

Evi, nehrin doğu yakasında yükselen neredeyse bir uçurumu andıran bir tepenin zirvesinde çok eski büyük bir konaktı. Konağın çeşitli yönlerde düzensizce yayılan kanatlarındaki arka pencerelerinden karşı taraftaki mor tepeler üzerine kurulmuş aşağı kentin küme küme sivri kulelerine, kubbelerine, çatılarına ve gökdelenlerinin zirvelerine başı dönerek bakardı. 

Burada doğmuştu ve çocuk arabasını dadısı ilk defa, çift cumbalı cephesi tuğlayla örülmüş bu sevimli klasik sundurmada yürütmüş; iki yüz yıl önce inşa edilmiş küçük beyaz çiftlik evini geçince birden karşılarına çıkan kente doğru; bereketli bahçeleri ve avluları içinde Dor tarzı kocaman sütunlu, dar sundurmalarıyla tuğladan konakların ve daha küçük tahta evlerin ebedi ve benzersiz yalnızlıkları içerisinde düş gördüğü evlerle çevrili gösterişli, görkemli cadde boyunca, görkemli yüksek okullara doğru ilerlemişlerdi.

Dadısı, arabasını dik yamacın bir sıra altındaki sokakta, doğusundaki evlerin yüksek taraçalarda yer aldığı uykulu Congdon Street boyunca da sürmüştü. Küçük tahta evler burada genel olarak daha eskiydiler. Çünkü büyümekte olan kent gelip bu yamaca dayanmıştı ve bu gezintiler sırasında çocuk tuhaf bir Koloni köyünün görünüşünden bir şeyler kapmıştı. 

Dadı, durup polislerle çene çalmak için Prospect Terrace’in banklarına otururdu. Çocuğun ilk anılardan biri, bir kış öğleden sonra, parmaklıkla çevrili büyük toprak setten gördüğü batıya doğru uzanan puslu çatı, kubbe ve çan kulelerinden bir deniz ve dünyanın sonunun yaklaştığını haber verir gibi hararetle yanan kırmızı, sarı, mor ve acayip yeşillikte bir günbatımı altında uzanan mora kesmiş gizemli uzak yamaçlardı. 

Hükümet Binasının koca mermer kubbesi yekpare bir siluet halinde yükseliyor, kubbesini taçlandıran heykelin başı alev alev yanan gökyüzünü yol yol bölen hafif renklenmiş katman bulutlardan birini delerek sanki gerçek dışı bir hale ile çevrelenmiş gibi gözüküyordu. Biraz daha büyüdüğünde ünlü gezilerine başladı; önceleri sabırsızlıkla peşi sıra sürüklenen dadısıyla, sonra düşlerle dolu derin düşünceler içerisinde yalnız başına. 

Git gide daha aşağılara iniyor, neredeyse yamaçtan aşağı diklemesine inme cesaretini gösteriyor ve her seferinde eski kentin daha eski ve daha tuhaf bölgelerine ulaşıyordu. Destek duvarı ve koloni döneminden kalma üçgen çatıları gölgeler içindeki Benefit Street’e bakan Jenckes Street’ten aşağı inmeye çekiniyordu. Köşede, kapısının her iki yanında İyon tarzı duvara yapışık birer sütun bulunan tahtadan eski bir yapı, onun yanında görkemli avlusundan geriye çok küçük bir bölüm kalmış olan tarih öncesi, balıksırtı bir dam ve V. George döneminin ihtişamını sergileyen kalıntılarıyla Yargıç Durfee’nin evi yer alıyordu. 

Karaağaçların huzur verici gölgelerinin düştüğü bu yerler artık bir kenar mahalle olmaya başlamıştı. Ama çocuk, ortalarında kocaman bacalarıyla klasik kapılı bağımsızlık öncesi evlerin bulunduğu hattın ötesine geçip güneyde dolaşmaya alışıktı. Doğu yakasında, bu evler parmaklıklı çift basamakla çıkılan yüksek zeminler üzerine oturtulmuştu ve genç Charles, aşınmışlıkları açıkça görülen boyalı alınlıkları süsleyen kırmızı topuklar ve perukalarıyla sokağın yeni olduğu zamanki halini gözünde canlandırabiliyordu.

Tepe, batı yönünde, kenti kuranların nehir kıyısında 1636’da inşa ettikleri eski “Town Street”e doğru, neredeyse dimdik iniyordu. Burada, birbirine sokulup yan yatmış inanılmaz derecede eski evler arasında sayısız dar sokak vardı. Çocuğun duyduğu hayranlığa rağmen bir düş ya da bilinmez bir dehşete açılan kapılar olabileceği korkusuyla bu sokaklara dalması için oldukça uzun bir zamanın geçmesi gerekti. 

St. John’un gözlerden uzak mezarlığının demir çitini, 1761’de inşa edilmiş Koloni binasının arka bahçesini ve Washington’ın konakladığı, eskilikten dökülen Golden Ball Hanı’nı geçerek Benefit Street boyunca yürümek çocuğa daha az korkunç gözüküyordu. Daha önceki dönemlerin Gaol Sokağı’nın ve King Street’in devamı olan Meeting Street’te, yukarıya, doğuya doğru baktığında, yolun eğimini azaltmak için başvurulan kamburlaşmış merdiven basamaklarını görüyordu.

Aşağıya, batıya doğru baktığında ise, Bağımsızlık’tan önce Providerıce Gazette and CountryJournal’ın basıldığı, eskimiş tabelasında Shakespeare’in resmi bulunan binanın karşısındaki Koloni Dönemi tuğla okul binasını görüyordu. Sonra, Gibbs tarzı eşsiz çan kulesi, V. George tarzı çatısı ve çatının yanı sıra yükselen küçük kubbeleriyle 1775’te inşa edilmiş zarif First Baptist Kilisesi geliyordu. 

Buradan başlayarak güneye doğru çevre biraz daha güzelleşiyor, sonunda bir grup görkemli konak başlıyordu. Ama hâlâ eski binaların iki yanında sıralandığı kısa, dar sokakların uçurumdan batıya doğru uzandığı görülüyordu. Birçok dili konuşan sefil insanları, çürümüş iskeleleri, uykulu antrepoları ve Packet, Bullion, Gold, Silver, Coin, Doubloon, Sovereign, Guilder, Dollar, Dime ve Cent gibi hâlâ yaşayan sokak adlarıyla gururlu Eski Hindistan günlerini anımsatan eski bakımsız liman bölgesi, şurada burada yükselen birçok eski kulesiyle, yanardöner çürümüşlüğü ve pis, sefil görünümüyle bir hayalet kent gibiydi.

Boyu daha uzayıp, daha gözüpek olduğunda, genç Ward, yıkıldı yıkılacak evlerin, kırık kirişlerin, delik deşik basamakların, çarpık trabzanların, güneşten kavrulmuş cephelerin, adsız kokuların girdabına dalmaya başladı. South Main’den South Water’a doğru kıvrılıp, buharlı gemilerin sağ salim bağlı durdukları rıhtım boyunca kuzeye doğru yönelerek, 1816’da inşa edilmiş dik çatılı depoyu geçiyor, 1773’te inşa edilmiş Pazar Binası’nın eski kemerleriyle sapasağlam durduğu Great Bridge’deki meydana çıkıyordu. 

Bu meydanda bir an duruyor, büyük ve yeni Christian Science kubbesinin, Londra’da St. Paul’ü taçlandıran kubbe gibi taçlandırdığı, V. George tarzı ince kuleleriyle uçurumun doğu yakasında yükselen eski kentin güzelliğini zevkle doya doya seyrediyordu. Ward, bu noktaya daha çok öğleden sonra, yatık güneş ışınlarının Pazar Binası’na, yamaçtaki eski çatılara, altın yaldızlı çan kulelerine değdiği, Providence Indiamen’in demir atmış vaziyette yüzüp durduğu düşler içindeki rıhtıma düştüğü zaman ulaşmayı severdi. 

Uzun uzun seyre daldıktan sonra, manzaraya karşı duyduğu şairce bir aşkla başı döner, neden sonra beyaz kiliseyi geçerek sarı parıltıların ufacık pencerelerde parıldayıp söndüğü, dövme demirden tuhaf parmaklıklı çift merdiven basamaklarının üzerine yerleştirilmiş fenerlerin ışığı altında dar ve bir yanı uçurum sokaklardan geçerek alacakaranlıkta evine doğru tırmanırdı.

BU İÇERİĞİ NE KADAR BEĞENDİNİZ?

Puanlamak için bir yıldıza tıklayın!

Ortalama değerlendirme 0 / 5. Oy sayımı: 0

Şu ana kadar oy yok! Bu gönderiye ilk oy veren siz olun.

Bu yazı sizin için yararlı olmadığı için üzgünüz!

Bu gönderiyi geliştirelim!

Bize bu yazıyı nasıl geliştirebileceğimizi söyleyin?

Keşfet

ParanormalHaber sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et

ParanormalHaber sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et