Yerli Korku Hikayesi: Cin Kabilesi Musallatı
Bunu yapan her kimse, belli ki bir başkasının suretine girerek değil kendi varlığı ile yapmıştı. Bu ev, iman yönünden zayıf bir evdi. Kimsenin günahına girilmez fakat hissedilenler o yöndeydi. Kitabımı kaldırdım, tabloları düzelttim ve kıbleye dönüp namazımı kıldım. Her okuduğum duada evin karşısındaki ağaçlardan homurdanmalar, çığlıklar geliyor gibiydi. Açık olan pencereden onların seslerini duyuyordum.
Cinler, yatsı ve sabah ezanları arasında evin içindedirler. Bu vakitlerden sonra ise evin içine girmeleri zordur. Dışarıdan vesvese verirler. Pencereyi açık unutmak o an benim hatamdı. Namazıma devam ediyordum. Ben devam ettikçe penceremden içeri taşlar fırlatılıyordu. Bunları yapan onlardı. İsabet eden taşlardan dolayı alnımda küçük bir yarık, kafamda bir şişlik vardı. Alnımdan akan kanı seccadede görebiliyordum.
Kalkıp pencereyi kapattım. Orman pek tekin değildi. O sırada Defne kapıyı çaldı. Beni görünce “Alnınıza ne oldu?” diye telaşlı bir sesle bağırdı. “Telaş yapmayın. Yatağın köşesine çarptım dengemi kaybedip.” deyip, geçiştirdim. Elimi yüzümü yıkamak üzere tuvalete gittim ve yine yapmamam gereken bir acemilik yapıp, aynaya baktım. Şerlilerin akıttığı kan onları kudurtur, azdırır. Aynaya uzun uzun bakakaldıktan sonra Sedef’in yüzünün belirdiğini hatırlıyorum.
Sonrasında fenalaşmışım. Zaten buraları pek hatırlamıyorum ama bu evde bu kadar çok ayna olması beni rahatsız ediyordu. 5-10 dakika kendime gelmeye çalıştıktan sonra kahvaltıya indim. Sedef için odasına ayrı bir tepsi hazırlanmıştı. Annesi konuya girdi “Bu akşam için neler yapılacak?” diye sordu. “Allah’a sığınıp elimizden geleni yapacağız. Kızımız sağlığına kavuşsun artık.” dedim.
Umut verici konuşmak istiyordum ama Sedef’in durumu çok ileri düzeydeydi. Kahvaltı ederken Defne de geldi. Sedef’e yemeğini verdiğini söyledi. Durumunun çok daha iyi olduğunu söyledi. “Gündüzleri hep iyi. Geceleri bambaşka birisi oluyor.” dedi annesi. Defne’nin elinde dört yaprak kağıt vardı. Ben sormadan o söyledi “Bunları merdivenlerde buldum.” dedi. Kağıtlara baktım. Bunlar havas kitabımdan koparılan 26, 126, 226 ve 326. sayfalardı.
Üstünde kanla yazılmış kelimeler vardı. Defne ve annesi korkarak bakıyorlardı. Bu dört kelime de İbranice yazılmıştı. Cinler kendi alemlerinde insanlardan çamur diye söz ederlerdi. 26. sayfanın üzerinde “Evine dön çamur!” yazıyordu. 126. sayfanın üstünde “Buranın Allah’ı benim.”, 226. sayfanın üzerinde İbrani alfabesi ile Defne, 326. sayfanın üzerinde ise annesinin adı olan “Ayşe” yazıyordu.
Sorduklarında onlara bunların anlamını söylemedim. “Bilmiyorum.” deyip geçiştirdim. Daha sonra hocalarımdan birisi olan Abidin hocamı aradım. Kendisine; 26 126, 226 ve 326. sayfaların anlamını sordum. Bir süre araştırmalarına göz atıp, bana geri dönüş yapmasını bekledim. Bütün bunlar olurken evde büyük bir sessizlik vardı. Akşam yapacağım cinle konuşma seansı öncesi, son bir kez Sedef’in durumuna bakmak için yanına çıktım.
Parmaklarının arasında kan izleri vardı. Kolunu açtığımda taze bir yara gördüm. Belli ki kağıtların üzerindeki kanlar ona aitti. Odasının perdelerini ve aynaların üzerini kapatıp, aşağıya inmek üzere merdivenlere yöneldim. O an telefonumun Sedef’in odasında kaldığı aklıma geldi. Odaya geri döndüğümde kapattığım tablolar eski halini almış, aynaların üzerlerindeki örtüler açılmış, camların perdeleri de sonuna kadar geri çekilmişti.
Odadan çıkarken Sedef Arapça olarak “Korkmuyorum.” diyordu. Hiçbir şey demeden aşağıya indim. O sırada telefonum çaldı. Arayan Abidin hocamdı. “Bu sayıların bir anlamı var. Şimdi aç kulağını, beni iyice dinle!” dedi. Odaya geçip bir sandalyeye oturdum ve hocanın dediklerini dinlemeye başladım.
Bu sayıların, belirli bir büyüde kullanılan sayılar olduğunu söyledi. Söylenen o ki dört torun babaanne soyu geçtikten sonra bu büyü ortaya çıkarmış. Şöyle ki; en küçük torun 26, en büyük sorun 326 yaşlarında erdiğinde bu büyü etkinleşirmiş. Defne 26 yaşındaydı. Eğer bu durum gerçek olsa bu büyü ona yapılırdı diye düşündüm. Bunu hocaya sorduğumda ise “Musabbar kabilesi önce aile fertlerinden intikam alır. Kurban en son can veren olur.” dedi.
Defne’nin yaşının 26 olduğunu biliyordum. Telefonu kapatıp salona gittim. Annesinden; kayınvalidesinin bugün hayatta olsa kaç yaşında olacağını sordum. Epey bir süre düşünüp, hesap yaptıktan sonra sonuç ortaya çıkmıştı. Defne’nin babası ailenin en küçüğüydü. Haliyle Defne ve babaannesi arasında büyük bir yaş farkı vardı. Hesaplamalardan sonra sonuç 126 çıkmıştı.
Belli ki aileyi yakından tanıyan birisi onlara bu büyü yapmıştı. Onlara durumu izah ettim. “Çevremizde bize bunu yapacak kimse yok. Biz yalnız, içine kapanık bir aileyiz.” dediler. Fakat bu kesin olarak öğrenilmeliydi. Gece yapacağım; şerli ile terapi seansından önce namazımı kıldım ve ritüeli yapacağım odaya girdim. Önümde istediğim şekilde bakır bir tepsiyle sıcak su vardı. Çay bardağının ortasında dikilmiş bir mumu tepsinin ortasına bıraktım.
Daha sonra ılık suyu tepsiye döktüm. Onunla konuşacaktım. Avuç içime attığım kesikten yarım bardağa yakın kan çıkardım ve sonra elimi sardım. Kanlı bardağın yanına boş bir sayfa koydum. Kan, onun mürekkebi, kağıt itirafnamesi olacaktı. Bütün her şeyi hazırladıktan sonra gerekli duaları okumaya başladım. Duaya başlamamla kağıda hızlıca kanımla bir yazı yazıldı. İbranice “Rabbin seni burada koruyabilecek mi?” yazıyordu.
Musabbar cinleri, tehlikeli olabilecek cinlerdi. Niyetinin ne olduğunu da zaten kağıda yazmıştı ancak nedenini bilmek önemliydi. Bütün bu olanlar bir büyü yüzünden miydi yoksa cinlerden birinin nefsine yenik düşüp, genç bir kıza musallat olmasından mı ibaretti? 26, 126, 226 ve 326 sayılarına göre bunun bir büyü olması gerekliydi. Bakır tepsiye tırnaklarını sürdükçe odanın içindeki enerji artıyordu.