Yerli Korku Hikayesi: Cin Kabilesi Musallatı
“Peki, Sedef’in evi sizin evinize yakın mıydı?” diye sordum. İki ev arasından en az yarım saatlik bir mesafe olduğunu söylediler. Sedef’in eve yürüyerek geldiğini söylüyorlardı. Ancak yarım saatlik bir yolu o halde yürümesi, üstelik gece vakti imkansızdı. Bu işin içinde bir iş vardı fakat söylemek istemiyordum. Defne’ye, topladığım çiçek ve otları getirmesini, annesine de evdeki bütün pencere ve kapıları kapatmasını söyledim.
Öncelikle ona bunu yapan şerlilerin ne istediğini öğrenmeliydik. Bütün dediklerim yapıldıktan sonra Sedef’in odasına çıktık. Kapının kilidi açıldığında, Sedef yatağa oturmuş bizi bekliyordu. Az önce pencereden bakan kötü bakışlı kız gitmiş, yerine melek gibi bir insan gelmişti sanki. “Sedef’ciğim, sana yardım edebilmek için buradayız. Neler olduğunu anlat bize.” dedim. Annesine ve ablasına baktı.
Onlar da onay verilmiş gibi başlarını sallayınca konuşmaya başladı. ”Geceleri kabuslar görerek başladı. Hep aynı kabusu görüyordum. Kendimi bir uçurumun ucunda görüyordum. Sanki benden iki tane varmış gibi; aşağıya atmayayım diye kendimi tutmaya gidiyordum ve tutuyordum. Başını çeviriyor ve onu görüyordum.” Sedef, bu şekilde ağlaya ağlaya anlatmaya devam ediyordu. O anlattıkça annesi ve ablası da ağlıyordu.
“Sonra birlikte uçurumdan aşağıya doğru düşünüyorduk. Önce ben düşüyordum. Ölüyordum ama yine de görüyordum. Başımın ucunda bana bakıp gülüyordu. Bakışları çok kinli, gözleri çok korkunç…” Bu rüyalardan sonraki safhalarda neler yaşandığını sordum.
Geceleri yatarken evin içinde anlamsız çıtırtılar duyduğunu söyledi. Günler geçtikçe bu çıtırtı seslerinin arttığını söyledi. “Bir evde neden durduk yere çıtırtı çıkar ki?” diyordu. Haklıydı. Daha sonra bu çıtırtı seslerinin, konuşma seslerine döndüğünü söyledi. Gece uyurken yatağının yanındaki pencerenin tıklatıldığını, kapısının sanki zorlanıyormuşçasına sesler çıkardığını söyledi.
“Peki o gece? Neşe’ye saldırmadan önce neler oldu?” diye sordum. Tanımadığı ve korkunç bir sesin ona sürekli “Kaç bu evden!” dediğini söyledi. Durum az çok belli olmuş gibiydi. Annesinden hazırladığımız merhemi vermesini istedim. Yazdığım sure ve duaları okumalarını, ayna ve cam yüzeyleri bezle kapatmaları gerektiğini söyledim. Bütün bunlar halledildikten sonra merhemi elime sürüp Sedef’e koklattım.
Koklaması ile beraber saldırması bir oldu. Yine o kız olmuştu. Tırnakları etimi koparır gibiydi. Kolumu sıkıyordu. Annesi ve ablası sureleri okumaya devam ediyorlardı. Sedef İbrani dilinde konuşuyordu. Bu durumda ona musallat olan cinlerin Musabbar kabilesinden olduğu aşikârdı. O kolumu sıktıkça ben tüpte kalan merhemi üzerine dökmeye çalışıyordum. Daha sonra bitkin düşüp, yatağına yığıldı.
Annesi ve ablası ağlaya ağlaya duaları okumaya devam ediyorlardı. Sedef’in burnundan ve ağzından kan geliyordu. Seansı bölmemiz gerekiyordu. Defne’ye dönüp “Git kardeşini yıka” dedim. Hızlıca alt kata indim. Annesi de peşimden geliyordu. “Ne oldu kızıma?” diye sordu. “Kızın bedenine giren cin çok tehlikeli. Onunla konuşmam gerek.” dedim. Bana, evin en az kullanılan odasının hangisi olduğunu söylemesini istedim.
Çatı katındaki kilere uzun zamandır kimsenin girmediğini söyledi. Hızlıca oraya çıktım. Dedikleri gibi burası uzun zamandır boş kalmış gibi görünüyordu. Cinler boş yerleri mesken edinir. Duvarda sürekli hareket halinde olan gölgeler vardı. Odanın orta yerine çöküp dua okumaya başladım. Defne kapının önündeydi. O da bu olanları izliyordu. Bir cini çağırdığınızda her zaman geleceği garanti değildir.
Başarısız bir cin çağırma girişiminin ardından alt kata indim. Sedef odasına çıkarmış ve iyice yıkamışlardı. “Bu gece Sedef’i dinlendirelim. Yarın devam edeceğiz.” dedim. Saat geç olmuştu. Kalacağım odayı gösterdiler ve ben de odama çekildim. Bu süre içinde havas kitaplarımı ve daha önce başıma gelen vakaların kayıtlarının olduğu dosyayı inceledim. Böylesi bir şerli ile ilk kez karşılaşmıştım.
Gece herkes derin bir uykuya dalmıştı ama benim gözüme uyku girmiyordu. O şey buralardaydı. Varlığını hissedebiliyordum. Bir cinin yakınınızda olduğu bazen oldukça kolay anlaşılır. Evde anlamsız sesler duyuyordum. Sanki eşyalar kıpırdıyor gibi. Objelere dokunmayı severler. Sanki odanın içinde birisinin beni izlediğini hissediyor gibiydim. Odadan dışarı çıktım. Evin içinde bir-iki tur attıktan sonra bahçeye doğru yürüdüm.
Eve bir de dışarıdan bakmak istedim. Baktığımda gördüğüm manzara yine aynıydı. Pencerenin önünde bana kin ve nefret dolu gözleriyle bakan Sedef’i gördüm. Başımı başka yöne çevirdim. Tekrar sinirlenmişti. Sertçe cama vurdu. Bu sefer doğruca gözlerinin içine baktım. Sedef’in gözleri değildi onlar. O cinni yine Sedef’le uğraşıyordu. Camları patlatırcasına yumrukluyordu.
Sesleri duymuş olacak ki Defne’nin odasının lambası yandı. Yanıma doğru gelmeye başladı. O yanıma geldikçe pencerenin önündeki şerli geri adımlar atıyordu. Sonrasında gözden kayboldu. “Ne oldu, uyku tutmadı mı?” dedi. Gülümsedim. “Yine vuruyor değil mi camlara?” dedi. “Sık sık yapar mı?” dedim. O şey her neyse; kardeşini bu evden çıkarmak istemediğini, Sedef’i hastaneye götürürlerken bile korktuklarını söyledi.
Bu sorunların hepsinin geçeceğini söyledim. Defne yine sigarasını yakıp, eve baktı. “Onu öldürecek misin?” dedi. “Cini mi?” diye sordum. “Evet.” dedi. “Bir cini öldürmek, Allah katında bir insan öldürmek gibidir. Ayrıca onun da bir ailesi var. Bu bir kan davası gibi nesilden nesile gider.” dedim. Sustu. Havanın aydınlanmasına az kalmıştı. Sabah ezanı okunmuştu. Bu dakikadan sonra o şerli, Sedef’i bir nebze olsun rahat bırakırdı.
Defne, bir-iki saat uyumaya, ben de namaz kılıp, kitap okumak üzere odalarımıza gittik. Odama girdiğimde işler biraz farklıydı. Odada bulunan iki tablodan ikisi de duvara ters çevrilmişti. Tabloların arkası gözüküyordu. Masaya bıraktığım havas kitabımın da 26, 126, 226, ve 326. sayfaları koparılmıştı. Bu olaydan ne evdekilere, ne de başka birine bahsettim. Onları korkutup endişelendirmek istemiyordum.