Yerli Korku Hikayesi: Cin Kabilesi Musallatı
Yerli Korku Hikayesi: Cin Kabilesi Musallatı, bir kabile cinin musallat olduğu genç bir psikolog ve kız kardeşinin yaşadığı korkunç olayları anlatan bir korku hikayesidir. Hikaye, 2008 yılında Kütahya’da gerçekleşen olaylara dayanmaktadır. Nefesinizi tutarak okuyacağınız bu hikayede, yerel bir şifacı olan Cemal Hoca’nın, onları yok etmek isteyen kötü güçlerden kurtarmaya çalıştığını öğreneceksiniz.
Birazdan okuyacak olduğunuz hikaye, Kütahyalı marangoz Cemal Hoca’nın başından geçen olayları konu olacaktır. Bu olaylar 2008 yılında yaşamıştır. Olaylar Cemal Hoca’nın ağzından anlatılacaktır.
Yerli Korku Hikayesi: Cin Kabilesi Musallatı

26 Mayıs 2008, Kütahya. Buralarda beni pek çok kişi tanır. Yaşım bir hoca için genç olduğundan hürmet göstermeyenler de yok değil tabii. Zaman zaman şehir dışından da insanlar yardım için gelir giderdi. Ben kendime asla cinci hoca denmesine izin vermezdim. Allah’ın bize bahşettiği ilimleri öğrenip, uygulayıp, elimizden geldiğince yardımcı oluyorduk.
26 Mayıs 2008 günü de Kütahya, Ağa köydeki babamdan kalma evde bir hasta ile uğraşıyordum. Hasta, daha küçük bir erkek çocuğuydu. Yaşı 10 bilemedin 13 falandı. 2.000 yıldan daha yaşlı bir cin, çocuğa rahatsızlıklar vermiş. Ailesi çocuğu; gece fotoğraflara uzun uzun bakıp, çığlık atarken buluyormuş. Sonrasında çocuk hızlıca evin kapısından fırlayıp, ormana doğru kaçıyor 2-3 gün sonra eve geliyormuş.
Bakır bir tepsinin üzerine, çocuğun kanını damlattım. Anne ve babasının eline tutuşturduğum kağıtları ise ben onlara işaret verdiğim zaman yakmalarını ve çocuklarının mümkün olduğunca sıkı tutmalarını söyledim. Kağıtların külünü kanlı tepsiye döküp dualar okuduk. Yavru güçsüz kalıp bayıldı. Biz devam ettik. Çocuğun ailesiyle birlikte çocuğa musallat olan mahluku çok şükür def ettik.
Çocuğa musallat olan bu 2.000 yıldan daha yaşlı olan bu cinin Uman idi. Söylediği tek şey, tekrar geri geleceği idi. Durmadan, usanmadan tekrar geri geleceğini söylüyordu. Seans bittikten sonra ailenin babası ile görüştüm. “Oğlunuz bir süre rahat edecektir ancak dikkatli olmakta fayda var. Ayna, fotoğraf, açık pencere gibi obje ve yerlerden uzak tutun. Gece yalnız yatırmayın.” dedim. Sonrasında onları uğurladım.
O sırada bahçemde, işimi bitirmemi bekleyen misafirlerim vardı. Onlar da alışmıştı bu olaylara. Teyzem, teyze oğlu ve dayım bahçedeydi. Ben aileyi uğurladıktan sonra teyzem seslendi. Yardıma muhtaç birisinin olduğunu söyleyip, eğer müsaitsem benimle görüşüp görüşemeyeceğini sormuştu. “Tanrı misafirinin başımın üstünde yeri vardır teyzem. Söyle gelsin. Başına bir başörtüsü ayarlayın.” dedim ve beklemeye başladım.
Odamda bekliyordum. Genç bir hanım içeriye girdi. Teyzem de kendisiyle beraberdi. Söze teyzem girdi “Oğlum, bu kızımızın adı Defne. Hatırladın mı?” dedi. Hatırlamamıştım. Ama yine de sanki tanıyormuş gibi “Gözüm bir yerlerden ısırıyor.” dedim. Defne hiç konuşmuyordu. Teyzem devam etti “Küçükken hep beraber oynardınız. Babanın arkadaşı Nasuh amcanın kızı Defne işte.” dedi.
Hayal meyal hatırlamaya başlamıştım. Çocukluğum Bursa’da geçmişti. Defneler de bizim oralarda otururlardı. Babam babasıyla iyi arkadaştı. Teyzem de Defne de ayakta bekliyorlardı. “Buyrun, içeri geçin, oturun.” dedim ve sorular sormaya başladım. Defne okuyup, psikolog olmuştu. Bilgili, akıllı bir kızdı. Anlatmaya başladı.
“Kardeşimi hatırladın mı? Sedef…” Sedef, ondan 5-6 yaş daha küçüktü. Biz Kütahya’ya taşındığımızda o daha bebekti. Hatırladığımı söyledim. Defne ağlamaya başladı. “Kardeşim çok kötü. Doktorlara gösterdik. Ben de bir şeyler yapmaya çalıştım ama olmadı. Düzelmedi. Beynine elektrik bile verildi. Ama yok yok yok…” deyip, ağlamaya devam etti.
Teyzem daha fazla konuşmasına fırsat vermedi. Sarılıp teselli etti ve söze girdi: “Oğlum, bir haftalığına falan Bursa’ya gidip, şu kıza yardımcı olursun değil mi?” dedi. Yaşadığım evin yanında bir de çiftliğin vardı. Oranın işleri aksasın istemiyordum ama tabii ki Defne yakınımız sayılırdı. Birer çay içip, evin avlusuna çıktık. Defne’ye neler yaşadığını sordum. Anlatmaya başladı.
Sedef; çok akıllı, zeki bir kızdı. Üniversiteye yeni başlamıştı. Babam rahmetli olduktan sonra; annem, ben ve Sedef üç kadın olarak yaşadık. Ama Sedef bir gün arkadaşlarıyla ayrı eve çıkmak istediğini söyledi. Çok değişik arkadaşları vardı. Bir gece 2.00 – 3.00 gibi evimizin zili çaldı. Güvenlik kamerasından baktığımda gelenin Sedef olduğunu gördüm. Garip yürüyordu. Kapıyı açtığımda üstünün başın kan içinde, ellerinin kollarının çiziklerle dolu olduğunu gördüm.
Yüzünde ‘Bana yardım edin’ der gibi bir ifade vardı. Ben daha bir şey diyemeden olduğu yere yığıldı. Annem çığlık çığlığa Sedef’i kaldırıp hastaneye götürdü. Ben de Sedef’in evine doğru yola çıktım. Kapıyı çaldım, kimse açmadı. Bendeki yedek anahtarlar ile açıp, mutfağa yöneldim. Ev arkadaşı Neşe’yi bıçaklamıştı. Ne yapacağımı bilemedim. Polisi aradım. Neşe’nin yarası derin değildi.
Bin bir rica ve de para karşılığında şikayetçi olmaması konusunda anlaştık. Ama anlamıştık; Sedef neden böyle bir şey yapmış olabilirdi ki? Neşe’ye sorduğumuzda cevaplamak istemedi. Biz de üstelemedik. Annemlere, olan biteni Sedef’e sorup sormadıklarını sordum. Sorduklarını ancak Sedef’in bu konu açıldığında ağlamaya başladığını, nefes almakta zorlandığını söylediler…
Defne’den bunları öğrendikten sonra çaylarımızı içtik. Teyzeme, Defne’ye yatacak bir oda vermesini, sabah yola çıkacağımızı söyledim. Teyzemle, oğlu benimle birlikte yaşıyorlardı. Dayımın da evi yakınlardaydı. Gece olduğunda herkes odasına çekilmişti. Defne’ye kendi odamı vermiştim. Misafir odasındaki divan pek rahat değildi.
Bizim oralarda geceler sessiz sakin geçerdi. Sokaktan gelecek bir konuşma sesi bile net olarak duyulurdu. Gecenin sessizliğini yan odadan gelen çığlık sesi bozdu. Benim odamdan geliyordu. Çığlık atansa Defne’ydi. Kapıyı tıklattığımda ses vermedi ancak nefes alıp verişlerini kapının arkasından bile hissedebiliyordum. Teyzem ve oğlu da yanıma geldiler.