Uyku Duvarının Ötesinde
H. P. Lovecraft, Uyku Duvarının Ötesinde, 4
O uğursuz gece fena halde heyecanlanmış ve altüst olmuştum. Çünkü, o kadar mükemmel bakıma karşın Joe Slater’ın ölmekte olduğu kesindi. Belki dağlardaki özgürlüğünü özlemişti. Belki de beyninde kopan fırtınalar, uyuşuk bünyesine fazla gelmişti. Nedeni ne olursa olsun, çökmüş bedeninde yaşam alevi titreyerek yanmaktaydı. Başını kaldıracak hali yoktu. Karanlık çökerken huzursuz bir uykuya daldı.
Ölüp gitmeden önce son bir defa, karmakarışık bir kafayla uyanacak olsa bile tehlike yaratamayacak kadar zayıf olduğunu gördüğümden, uyuduğunda hep yapıldığı gibi deli gömleğinin bağlarını bağlamadım. Geriye kalan kısa zaman aralığında, düş dünyasından ilk ve son mesajı almaktan umudumu kesmediğimden, güçlü radyomun uçlarından birini onun başına, diğerini kendi başıma yerleştirdim. Hücrede ikimizden başka, aygıtımın amacını anlamayan ya da davranış tarzımı sorgulamayı akledemeyen sıradan bir hastabakıcı vardı. Dakikalar yavaş yavaş ilerlerken, başının uykuyla tuhaf bir şekilde önüne düştüğünü gördüm. Adamcağızı rahatsız etmedim. Sağlıklı adamın ve ölmekte olanın ritimle soluk alıp vermelerinin yatıştırıcı etkisiyle çok geçmeden ben de uykuya dalmış olmalıyım.
Daldığım uykudan beni garip lirik bir ezgi uyandırdı. Her yanda ahenkli notalar, neşeli titreşimler tutkuyla yankılanırken, içimi sevinçle dolduran enfes bir manzara gözlerimin önünde uzanıyordu. Ateşten duvarlar, sütunlar, sütun başlıkları, havada yüzer gibi dolaştığım yere doğru ışık saçarak yükseliyor, tarif edilemeyecek kadar ihtişamlı ve tonozlu, sonsuz yüksek kubbeye dek uzanıyordu. Ruh olduğu kadar madde de olan parlak, elle tutulmaz, şekilden şekle giren ve zihnimde canlandırabileceğim en güzel manzaralarla kaplı geniş ovalar, latif vadiler, yüksek dağlar ve davetkar mağaraların kısa bir an için görünüp kaybolan görüntüleri bu görkemli gösteriyle harmanlanıyor, daha doğrusu, zaman zaman bir kaleidoskopta olduğu gibi onun yerini alıyordu. Manzarayı seyrederken bu büyülü değişimlerin anahtarının kendi beynimde olduğunu anladım. Çünkü her görüntü, değişen zihnimin görmeyi en fazla arzuladığı görüntüydü. Her ses ve görüntü, sonsuz eski çağlarda olduğu ve gelecekteki sonsuzlukta da olacağı gibi benim için tanıdık olduğundan bu cennet ülkesinde bir yabancı değildim.
Sonra ışık kardeşimin göz alıcı ruhu yaklaştı ve ruhtan ruha düşünce değişimi yoluyla sessizce benimle sohbete başladı. Zafer saati yaklaşıyordu çünkü benim arkadaş sonunda sadece alçaltıcı esaretten kurtulmakla kalmıyor, kendine zulmeden melun gökyüzünün en yukarı katlarına kadar izleyerek âlemleri sarsacak bir intikam almaya da hazırlanıyordu. Böylece kısa bir süre havada süzülür gibi birlikte yüzerek ilerledik. Sonra, bir güç beni gitmeyi en az istediğim yere, dünyaya çağırıyormuş gibi etrafımdaki nesnelerin bulanıklaşıp, solduğunu fark ettim. Yanımdaki şekil de bu değişimi fark etmişe benziyordu. Çünkü sözünü bağlayıp gitmeye hazırlandı ve diğer nesnelerden daha düşük bir hızla uzaklaşıp görüş alanımdan çıktı. Birkaç düşünce alışverişinde daha bulunduk. Işıklı varlıkla benim yeniden esarete çağrıldığımızı biliyordum ama ışık kardeşim için bu sonuncu defa olacaktı. Bir saatten kısa bir süre içerisinde kasvetli gezegen atmosferini geride bırakıp, kendini ezen varlığı izlemek üzere serbest kalacak ve Samanyolu’nu geçerek sonsuzluğun sınırındaki yıldızlara ulaşacaktı.
Ansızın ve biraz da mahcubiyet içinde uyanıp sandalyemde dikeldim. Ölüm halindeki hastanın yatağında sıkıntıyla kıpırdandığını gördüğümde, solmakta olan ışık sahnesinin etkisinden adeta bir şok duygusuyla sıyrılıp çıktım. Joe Slater, muhtemelen son defa da olsa uyanıyordu. Daha yakından baktığımda, solgun yanaklarına daha önce hiç orada olmayan bir renk gelmiş olduğunu gördüm. Dudaklarının da alışılmadık bir görünüşü vardı. Sanki Slater’ınkinden daha güçlü bir kişiliğin zorlamasıyla sıkı sıkıya kapatılmışlardı. Bütün yüz hatları sonunda gerilmeye başladı ve göz kapaklarını aralamadan kafasını çevirdi.
Uyumakta olan hastabakıcıyı uyandırmadım ama düş görmekte olan adamın gönderebileceği herhangi bir veda mesajını alabilmek amacıyla, telepatik radyomun yerinden hafif kaymış alın bandını düzelttim. Adamın başı ansızın benden yana döndü ve gözleri, gördüğüm şeye tam bir şaşkınlıkla aval aval bakmama yol açarak, fal taşı gibi açıldı. Bir zamanlar Joe Slater -Catskill’li sıradan bir köylü- olan adam, mavisi kurnazlıkla derinleşmiş parıltılı, kocaman gözlerle bana bakmaktaydı. Bu bakışlarda ne delilik ne de yozlaşma okunuyordu. Ardında, etkin düzeyde bir zihnin yattığı bir yüzü seyretmekte olduğumdan en ufak bir kuşkum yoktu.