Simyacı

245
0
(0)

H. P. Lovecraft, Simyacı, 3

Böylece bu büyük kalede geriye kalan tek insan olarak kendimle ilgili uzun uzun düşündüm. Ve bu mutlak yalnızlığımda, yaklaşan korkunç sona boşu boşuna karşı çıkmaktan vazgeçerek, atalarımdan çoğunun yazgısına neredeyse razı oldum. Artık zamanımın çoğu, gençliğimde korkunun beni uzak tuttuğu ve Pierre’in dört yüz yıldan fazladır ayak basılmadığını söylediği eski şatonun yıkılmış ve terk edilmiş salonlarını ve kulelerini gezmekle geçiyordu. 

Karşılaştığım nesnelerin çoğu esrarengiz ve ürkütücüydü. Uzun yıllar boyunca rutubete maruz kalmanın sebep olduğu çürümeyle ufalanan, yılların tozuyla kaplı mobilyalar gördüm. Daha önce görmediğim kadar çok örümcek, her tarafa ağlarını kurmuştu. Büyük yarasalar kasvetli ve ıssız yerlerde kemikli, acayip kanatlarını çırpıyordu. Kütüphanedeki heybetli saatin sarkacının her hareketi, yazgım hakkında çok şey anlattığı için günler, hatta saaatlere varıncaya kadar hayatımın titiz bir kaydını tuttum. 

Sonunda uzun süredir endişesiyle beklediğim an yaklaştı. Atalarımın çoğu, Kont Henri’nin hayatının son bulduğu anki yaşına ulaşmadan kısa bir süre önce yazgılarına yakalandıkları için nereden geleceği belli olmayan ölümün her an çıkagelmesini bekliyordum. Lanetin beni hangi esrarengiz biçimde yakalayacağını bilmiyordum ama en azından beni korkak veya yazgısına boyun eğmiş bir kurban olarak yakalamamasına kararlıydım. Bu kararın verdiği güçle eski şatoyu ve içindekileri keşfetmeye giriştim.

Dünyadaki varoluşumun en ileri noktasını işaret eden, ötesinde bir daha soluk alıp verebileceğime ilişkin en ufak bir umut beslemediğim o ölümcül saate bir haftadan az kalmışken, kalenin ücra köşelerine yaptığım uzun keşif gezintilerinden birinde, hayatımın dönüm noktasıyla karşılaştım. Sabahın önemli bir kısmını, harap olmuş kulelerden birinin yarı yıkık merdivenlerinde dolaşmakla geçirmiştim. 

Öğleden sonra, toprak altında kalan katları araştırmaya koyuldum ve ortaçağa ait bir hapishane veya daha sonraları kazılmış cephane deposuna benzeyen bir yere indim. Merdivenin son basamağının dibindeki güherçile bağlamış geçitte ilerlerken zemin gitgide daha rutubetli bir hal almaya başladı. Meşalemin titrek ışığında, yolumun kapısı penceresi olmayan, küflerle kaplı bir duvarla kesildiğini gördüm. Gerisingeri dönmek üzereydim ki ayaklarımın altında duran halkalı kapak gözüme ilişti

Tereddütle asıldığım kapağı binbir güçlükle kaldırdım. Elimdeki ışığın sönecek gibi titremesine sebep olan zehirli dumanların yükseldiği karanlık delik ortaya çıktı. Meşalemin titrek ışığı bir merdivenin üst basamaklarını gözler önüne seriyordu. Tiksindirici derinliklere indirdiğim meşalem, kararlı bir şekilde yanmaya başlar başlamaz inmeye koyuldum. Çok sayıda basamak, yerin çok derinlerinde olması gerektiğini düşündüğüm taş döşemeli dar dehlize kadar iniyordu. 

Hayli uzun olan bu dehliz, ortamın rutubeti nedeniyle her tarafından sular sızan, ne yaptıysam açmayı başaramadığım meşe ağacından büyük bir kapıyla son buluyordu. Bir süre sonra bu yöndeki çabalarıma son vererek basamaklara doğru uzaklaşmıştım ki belki de insan aklının alabileceği en büyük şoklardan birini yaşadım. Arkamdaki büyük kapının, paslı menteşelerini gıcırdatarak yavaşça açıldığını duydum. O anda hissetiklerimle durumu kavrayabilmem mümkün değildi. Eski kale kadar ıssız olduğunu düşündüğüm bu yerde bir insanla veya ruhla karşılaşmak beni tarifsiz bir dehşete düşürdü

En sonunda, geri dönüp sesin kaynağına baktığımda, gördüğüm şey karşısında gözlerim yuvalarından fırlamış olmalıydı. Orada, eski Gotik kapı aralığında bir insan duruyordu. Ortaçağların koyu renkli tüniklerinden giyinmiş, takkeli biriydi bu. Uzun saçları ve dalgalı sakalları inanılmayacak kadar siyah ve gürdü. Anormal geniş alnı, çökük ve kırış kırış avurtları, pençeyi andıran, boğumlu uzun elleri daha önce hiçbir insanda görmediğim ölçüde mermer beyazlığındaydılar. Bir iskelet kadar zayıf bedeni garip bir şekilde iki büklüm olmuş ve acayip elbisesinin kıvrımları arasında neredeyse kaybolmuştu. 

Fakat hepsinden tuhafı, gözleriydi. Derin anlamlar ifade eden ama bir insana ait olamayacak kadar kötülük dolu bu gözler simsiyah iki derin mağara gibiydiler. Bu gözler şimdi üzerime çevrilmişti. Nefretle ruhumu delip geçiyor ve beni olduğum yere çiviliyordu. Sonunda, kötü niyetini hissettiren boğuk, ürpertici bir sesle konuşmaya başladı. Dili, eski simyacıların ve demonologların çalışmaları üzerine yaptığım uzun araştırmalardan aşina olduğum, genellikle ortaçağın eğitimli insanlarının konuştuğu Latince’nin değişik bir biçimiydi

BU İÇERİĞİ NE KADAR BEĞENDİNİZ?

Puanlamak için bir yıldıza tıklayın!

Ortalama değerlendirme 0 / 5. Oy sayımı: 0

Şu ana kadar oy yok! Bu gönderiye ilk oy veren siz olun.

Bu yazı sizin için yararlı olmadığı için üzgünüz!

Bu gönderiyi geliştirelim!

Bize bu yazıyı nasıl geliştirebileceğimizi söyleyin?

Keşfet

ParanormalHaber sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et

ParanormalHaber sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et