Şeytanı Racim
Şeytanı Racim, 9
Karşısına oturdum. “Elini uzat.” dedi. Elimi uzattım. İçine bakmaya başladı. Bir yandan da boynumdaki kolyeye bakıyordu. Kolyeyi açmamı söyledi. Kolyeyi açınca, resimde yazan yazıyı gördü. “Bu yazı ne demek biliyor musun?” dedi. Kafamı “Evet.” anlamında salladım. “Seni neden istediklerini biliyor musun?” dedi. Yine “Evet.” anlamında salladım. “Peki hiç iletişime geçmeyi denedin mi?” dedi. “Hayır.” dedim.
“Gözlerime bak!” dedi. Gözlerine baktım. “Hiç iletişime geçmeyi denedin mi? Doğru söyle!” dedi. “Evet.” dedim. “Sana yazdığım şeyi takıyor musun?” dedi. “Hayır.” dedim. “Onun yerine bunu mu takıyorsun?” dedi. “Evet.” dedim. Bana o anda bir tokat attı. Hiç unutamam; öyle bir tokadı ilk defa yemiştim hayatımda. Babam bayağı şaşırmıştı hocanın bana tokat atmasına ancak hiç bir şey demedi.
“Sen ne halde olduğunu biliyor musun?!” dedi hoca. Hiçbir şey demeden yere bakıyordum. “Yüzüme bak!” dedi. Baktım yüzüne. “Ne halde olduğunu biliyor musun?” dedi tekrardan. “Hayır.” dedim kısık bir sesle. “Gel buraya.” diye gelinini işaret etti. Sonra da gelinini işaret ederek “Bak gözlerinin içine!” dedi. Kadının yüzünü kaldırıp bakmasıyla ilk şoku yaşadım! Gözleri alev gibiydi. Gözlerini görmemle yere bakmam bir oldu. Ayakları da tersti.
Bu kadının onlardan olduğunu anlamıştım. “Babana bak!” dedi. Baktım. “Sor bakalım babana, odada kaç kişiyiz?” diye. Sordum; “Üç kişiyiz oğlum. Sen, ben, bir de hoca var.” dedi. Artık gözlerimden yaşlar akıyordu. Hoca “Korkma! Sadece durumunu bilmen için bunu yaptım.” dedi. Meğer biz oraya gittiğimizde, kapıyı çalınca, hoca “Girin.” diyormuş, kendimiz giriyormuşuz. Ancak öyle bir durumdaymışım ki kapıyı o kadının açtığını zannediyormuşum.
Bu hoca bayağı ünlü biri. Evine gelen misafirler eğer hoca evde yoksa oturur beklerlermiş. Biz de hocanın oduna gittiği gün oturup beklemişiz. O gün, bu kadın bir köşede oturup bekliyordu bizle beraber. Ancak babamgilin bu kadınla hiç konuşmaması tuhafıma gitmişti aslında. Ama böyle bir şeyin olacağını hiç düşünemezdim. Böyle bir şeyi mantığım almıyordu lakin bende mantık kaldı denebilirse.
Bir odada benim ve hocanın görüp, babamın göremediği bir varlık olması, gördüğüm rüyalardan daha korkunçtu. Rüyalarımda gördüğüm şeyi, bu sefer rüya olmadığına emin olduğum bir zaman diliminde görüyordum. Tıpkı rüyanızda uçurumdan düşünce uyanırsınız da “Oh be rüyaymış!” dersiniz ya… Lakin gerçekten bir uçurumdan düştüğünüzü düşünün. Uyanamadığınızı, o zaman dilimine sıkışıp kaldığınızı, gerçekle rüyayı ayırt edemediğinizi, bunu kimseye söyleyemediğinizi düşünün.
Uyumadan kabusu yaşamak bu olsa gerek. Olayın gerçekten vahametini, durumun ne kadar vahim olduğunu anlamıştım artık. Hoca “Yüzüme bak!” dedi. Baktım. “Anlat.” dedi. İçimde bir yerde, biri bana “Her şeyi anlatma.” diyordu “Kitabı anlatma, kolyeyi anlatma.” Ancak bu sefer o sesi dinlemedim. Hocaya bu olayları ilk öğrenci evinde kaldığım arkadaşımın yüzünden yaşadığımı, onun kolyesini bulduğumu, benim odasına girdiğimi, hiçbir kanıt olmamasına rağmen ayrıntılarıyla bildiğini anlattım.
Onun (Hocanın) verdiği şeyi boynuma asmak yerine, Atakan’ın verdiği kolyeye kendi resmimi koyup, onu yanımda taşıdığımı söyledim. Rüyalarımdan bahsettim. Hoca bir kelam dahi etmeden dinledi dinledi… En sonunda gözlerimin içine bakarak “Oğlum, durumun vahim olduğunu biliyordum lakin vahametin bu derece büyük olduğundan bihaberdim.” dedi. İçimdeki korku çukuru daha da derinleşti. “Bu uzun bir süreç. Kurtarmak için her şeyi yapacağım ancak başına beş tane şerli vermişler.” dedi.
Hiçbir şey diyemiyordum. Gözlerim dolu dolu sadece dinliyordum. “Lakin bu beş tanesi, çok çok tehlikeli. Ömrü hayatımda gördüklerimin hepsinden çok daha güçlüler. Bunun sebebi onların çocuklarını öldürmen. Şu kapının dışında seni bekliyorlar. Her yerde yanındalar lakin bu eve giremezler.” dedi. “3 gün boyunca hoca evinde kal. Hoca ekmeği ye. Hoca suyu iç.” dedi. Susuyordum sadece; ben susuyordum, babam susuyordu, bezmiş bir vaziyette oturuyorduk sadece.
“Peki, aileme bir zarar verirlerse ne yapacağım?” dedim. “Bilemiyorum oğlum. Elimden bir şey gelmez.” dedi. “Hayır, ailene zarar vermezler.” demesini beklerken beni derin bir endişeye sevk etti. Babama dönüp baktım. Sadece yalandan bir gülümseme vardı suratında. Ah baba ah!.. İçinden neler geçiyordu o an? Ne korkular ne ızdıraplar kim bilir? Babamla konuştuk. “Oğlum, merak etme. Kimse bize bir şey yapamaz. Sen 3 gün boyunca hocanın evinde kal. Üç gün sonra almaya gelirim.” dedi.
Gözleri dolu doluydu babamın. Ben babamı öyle görünce ağlamaya başladım. Babam ağlamadı sadece sarıldı bana ve çıkıp gitti. Arabada ağlıyor olmalıydı. Aklım ondaydı. Bir taraftan annemi düşünüyordum. Hep evde dursaydım; okumasaydım ya da sanayide işçi olsaydım daha mutlu olurdum diye düşündüm. Milli eğitime sövdüm, üniversiteye sövdüm, evden ayrılmama sövdüm, o çocukla hiç tanışmasaydım bunların hiçbiri olmazdı diye düşündüm. Kendime sövdüm insanlara çabuk güvendiğim için…
Bu düşüncelerle gözlerim dalıp gitmişken hocanın sesiyle irkildim. “Ne düşünüyorsun?” dedi. Gözlerim dolu dolu cevap verdim hocaya “Neden ben?” dedim “Neden ben?” “Anlayacağız oğlum.” dedi “Anlayacağız.” Hoca devamlı içinden bir şeyler okuyordu. Ben de kenardaki minderde oturmuş, başım eğik, düşüncelere dalıyordum. Yatsı vaktine kadar bu böyle devam etti. Yatma vakti gelince, hoca odanın birini bana gösterdi.
Zaten küçük sayılacak bir evi vardı. Girişte oturulan salon gibi yer, iki tane bundan farklı oda vardı. Biri hocanın odası idi. Diğeri misafirler içindi zannedersem çünkü ben orada kaldım. Hoca gelinini işaret ederek Arapça bir şey söyledi. Gelin tepki vermedi. Verdiyse dahi ben anlamadım. Hoca bana döndü “Senin kapına …yı koyacağım. Evin içine şerli varlıklar giremez lakin pencereden seni çağıran biri olursa sakın o tarafa dönme!” dedi.
“Tamam.” dedim. Yatacağım odaya gittim. Hocanın gelini kapıda bekliyordu. Ayaklarına baktıkça ürperiyordum. Evin tavanı hasırdandı. Tavana gözlerimi diktim. Camdan bir gölge geçti gibi oldu. Başımı hemen o yöne çevirdim. Kimse yoktu. Kaldığım odanın penceresi dağ tarafına bakıyordu. Zaten çok fazla ev bulunmayan bir yerdi. Kapkaranlıktı dışarısı. Tekrar tavana bakarken pencereden birinin bana baktığını gördüm. Kesinlikle emindim bu sefer. Boynumu çevirmemle şok oldum. Dünya üzerinde görmediğim kadar güzel bir kadın bana bakıyordu.
Büyülenmiştim sanki. “Gel.” diyordu parmağıyla bana. Ayağa kalktım. Pencereye yöneldim. Pencereyi açıyorken, o arkamdaki gelin birden önüme geçerek, o güzel kıza “İl şerrin ifrütün!” dedi. Böyle yılan gibi tıslayarak söylüyordu bu sözü. O güzel kız, rüyalarımda gördüğüm; pis, uzun, yağlı saçlı, siyah dişli şeylerden biri olmuştu sanki bir anda. Öyle bir irkildim ki bir çığlık attım. Hoca koşarak geldi yanıma “Ne oldu oğlum?” dedi. Konuşamadım, kekeledim. Su getirdi hoca. İçtim. Biraz dilim çözüldü.
Anlattım olayları. Penceremde çok güzel bir kadının belirdiğini, sonradan …ın beni kurtardığını söyledim. Hoca bir şeyler okuyarak pencerenin yanına gitti. Bir şeyler dışarıda dolanıyor, sesler, gülüşmeler geliyordu. Ben evde ve üniversitede olduğum zamanlarda, her zaman onların yanımda olduklarını bilmek korkunç bir şeydi. Kendi kendine düşündüm “Bunlar hep yanımda mıydı?” diye. Gözlerimden yaşlar aktı. Bir rüzgar uğulduyordu sanki. Hem rüzgarın sesi hem de gırtlaktan gelen Arapça olduğunu tahmin ettiğim bir lehçeyle sesler bağrışmalar, nefret uyandıran bir ses geliyordu.