Şeytanı Racim

470
0
(0)

Şeytanı Racim, 8

Sonra Atakan’ın söylediği sayfadaki kelimeleri tercüme etmeye çalıştım. Ancak bunların karşılığı yoktu. Harf harf tercüme ettim. Tuhaf kelimeler çıkıyordu. Bunlardan biri de Atakan’ın bahsettiği beş isimden biriydi. Atakan’ın söylediği sayfadaki başlığı tercüme edince “Yok etmek” anlamında olduğunu gördüm. Yok etmek yazan bir sayfanın altında, Atakan’ın söylediği isim vardı. Atakan bana onlardan birini yok ettirmeye çalışıyordu; o zaman anlamıştım…

Peki neden bana yaptırıyordu bunu? Onun aklına; benim, kitabın her yerini açıp inceleyeceğim gelmemişti sanırım. Direkt onun dediği sayfayı açıp, yazıları yazıp, sonrada yakarım diye düşünüyordu demek ki. İlk sayfayı açtım; rüyamda gördüğüm gözlere benzer bir resim vardı. Sadece tasvirdi.

Kitabı sadece sözlükten tercüme edip anlamak çok zordu. Harflerin hepsi birbirine benziyordu zaten. Ancak ilk sayfadaki “ateş ilmi” yazısını görünce; bunun pekte tekin olmayan bir kitap olduğunu anlamıştım… Sayfaları çevirdikçe şaşkınlığım daha da arttı. Birbiriyle alakasız birçok şekiller vardı sayfalarda. Boyama kitabı karalayan çocuk gibi harf harf çevirmeye çalışmaktan bıkıp, sadece resimlere bakıyordum.

Sonlara yakın bir sayfada muma benzer şekiller gördüm. Resimde tam 28 adet mum vardı. Aklıma hemen Atakan’la o gece yaptığımız ayin geldi. O gün de Atakan 28 mum kullanmıştı. Demek ki o ayini bu kitaptan öğrenmişti. Oturdum. 2 saat boyunca kelime kelime bu sayfayı çevirmeye çalıştım. Bu bir ritüelmiş. Bazı varlıklarla iletişime geçmek için o mumlar kapı vazifesi görüyormuş. Mumlardan yükselen duman, onlara bir beden sağlıyor ve bu duman vasıtası ile iletişime geçilebiliyormuş.

O gece Atakan bana sessiz olmamı söylediğinde; buna istemeyerek de olsa uymadığım için o varlıkların çocuklarının birini istemeden de olsa öldürmüş olabilirim. En azından o geceden sonra olaylar arttığı için böyle düşünüyordum. “Bu yüzden benden intikam almak istiyorlardı; çocukları için.” diye düşündüm. Karar vermiştim. Kendim bu ritüeli tekrar yaparak, hiçbir şeyin suçlusunun ben olmadığımı onlara anlatacaktım. Bu derece kurtulmak istiyordum onlardan.

Kelime kelime tercüme ettim o sayfayı. Malzemeleri vermek ne kadar doğru bilmiyorum ama yine de söylüyorum: 28 tane mum, ifritler tarafından lağvedilmiş bir kolye, (herhangi bir kolye olabilir bu. Sadece boynunuza takacağınız ve üzerine resminizi koyabileceğiniz bir kolye de olabilir.) o kitapta yazan sözler ile çağırmak istediğinizin adının yazılı olduğu kağıtlar.

Bütün mumları hazırladım ve kitapta belirtilen, ayrıca Atakan’la bizzat şahit olduğum şekli yaptım. Ortasına kendi resmimin olduğu kolyeyi koydum. İsimleri yazdım. Işıkları kapattım. Mumları yaktıkça tekrar Atakan’ın evinde olan şey olmaya başlıyordu. Yani bir hayli boş olan odamda, istemsizce dolaşan binlerce gölge vardı sanki. Ama sadece mumlara odaklanmalıydım. Başka yere bakmamalıydım. Bu tehlike arz edebilirdi. Kitaptaki sözlerin Türkçe okunuşlarını da bir kağıda yazdım. Yani Türkçe anlamlarını değil. Sadece nasıl okunduklarını Türkçe olarak yazdım ve oradan okumaya başladım. O sözleri okuyup; arkasından birinci ismi okudum. Sonra sırasıyla aynı işlemi diğer isimlere de uyguladım. 

Related Posts

Size bunu nasıl anlatabilirim bilmiyorum. Kendi kendinizle konuşmak gibi bir duyguydu bu. Bir rüzgar sizinle konuşuyor gibi diyeyim ya da. Öyle duyduğunuz gibi Arapça filan konuşmuyor. Siz onu anlıyorsunuz çünkü sizin içinizden konuşuyor sanki. Ancak dışarıdan bu ritüeli izleyen birisi sizin kendi kendinize Arapça konuştuğunuzu zanneder. Tıpkı köpeklerin kendi aralarında  anlaştıkları ama bizim sadece “hav hav” sesi duymamız gibi siz onlarla iletişime geçince dışarısı; sizin Arapça konuştuğunuzu zannediyor.

Kitaptaki birinci ismi çağırmaya başladım. “… kabilesinden … oğlu, kendini tanıt!” dedim. Hem korkuyor hem de onu çağırıyordum. Sonra bir ses duyuldu “Gel.” dedi sadece. “Hayır, gelmem. Sen kendini tanıt!” dedim. Fazla ayrıntı vermeyeceğim. Kendimi kötü hissediyorum şu anda. Ayrıca sizin için de uygun olmaz… “Benden ne istiyorsunuz? Beni nereye götüreceksiniz?” diye sordum. “Sen katilsin!” dedi. “Ben katil değilim!” dedim.

“Aileni öldüreceğiz. En sonunda sen de öleceksin!” dedi. “Asıl ben sizi öldürürüm!” dedim. “Hepimizi mi öldüreceksin?!” dedi. Mumlar öyle bir alev aldı ki o korkuyla hepsini devirmişim. Perde tutuştu. Babamgil koştu kurtardı beni. Dışarı zor attık kendimizi… Dışarıdan odamın yanışını seyrediyordum. Her şey o odadaydı; kitap, kolye… Hepsi içeride kalmıştı. Elbiseler filan umurumda değildi.

Son umudum olan o kitap cayır cayır yanıyor, ben onu seyrediyordum. Alevler öyle şiddetliydi ki sanki alevlerin üzerine biri sürekli benzin döküyordu. Sanki bir ateş topu odayı kaplamıştı. Ben sadece izliyordum çaresizce. Yanımda babam ve annem ile konu komşu dışarı çıkmıştı. İtfaiye geldi. Uzun uğraş sonucu söndürmüşlerdi odayı. Evin diğer odalarına sıçramamış, kimseye zarar vermemiş, sadece benim odam alevler içinde kalmıştı. Sevinsem mi üzülsem mi bilemiyordum.

Yorgun bir halde eve çıktık. Dışarıda bir kelime bile etmemişlerdi; ne babam sormuştu yangının nedenini ne annem. Sadece kaygılı, bitkin gözlerle odamın yanışına bakmışlardı. İçeri girince sordum babama “Merak etmiyor musun neden çıktığını?” diye. Sadece başını öne eğdi. Hiçbir şey söylemedi. Sanki babam da farkındaydı her şeyin. Oturduk salonda üçümüz. “Ne zaman kurtulacağım baba?” dedim. Ağlıyorum bir taraftan da. “Bilmiyorum oğlum.” dedi “Bilmiyorum.” Odaya hiç girmedim o gece. Sabaha kadarda uyku girmedi gözüme.

Sabah ezanıyla beraber odaya girecek cesareti kendimde buldum ve son durumunu görmek için odaya girdim. Odaya girdiğimde her yer isten simsiyahtı. Aslında odaya girince yine bana bir oyun oynayacaklarını düşündüm. Eskisi gibi korkmuyordum onlardan. Çünkü okulumu mahvettiler, ailemi mahvettiler, daha başka ne yapabilirlerdi ki?

Her şey harap olmuştu. Ayağımı bastığım halının altında bir kabartı hissettim. Ayağımı kaldırıp halıya baktığımda; kolyem yerde duruyordu ancak simsiyah olmuştu. Kitabı arıyordu gözlerim ama o yangından yanmadan çıkması imkansızdı. Kolyemin kapağını açtım. Resmim hala duruyordu. Resmimin alın kısmında o yazı vardı yine. Bu sefer rüya değildi. Her şey bizatihi gerçekti. O ana kadar yaşadıklarımdan en ürkütücüsüydü belki de. 

Rüya ile gerçeği karıştırıyordum sanki. Yazı kül ile yazılmıştı. Kolyem kapalıydı. Resim sağlamdı. Peki o yazıyı oraya kim ve neden yazmıştı? Artık bu soruları sormuyordum kendime. Çünkü biliyordum. Onlar yapmıştı. Hatta ismiyle söylersem, beşinin arasından yapan … olmalıydı kesinlikle. Bu kolyeyi hocaya götürmeye karar verdim. Cebime koydum. Babama, hocaya gitmek istediğimi söyledim. “Tamam oğlum.” dedi. Benden çok o bıkmıştı ama bir şey söyleyemiyordu işte. Ne yapabilirdi ki? Onlardan kime bahsedebilirdi? Deli damgası yerdi belki de.

Hocanın evine gittik. Kapıyı diğerlerinde olduğu gibi genç kadın açtı. Bu genç kadın bayağı yer etmiş sanırım bende. Çok ilginç bir yüzü vardı. Gözleri hep yere bakıyordu. O an dikkatimi çekmişti; bu kadının gözlerini hiç görmemiştim. “Buyurun, içeri geçin.” dedi. Geçtik babamla içeri. Hoca içeride oturuyordu. Hoca direkt bana bakıp “Niye daha önce getirmedin?” dedi. “Neyi hocam?” dedim. “Cebindeki lağvedilmişi.” dedi. Babamla biz birbirimize baktık öyle kala kaldık. “Gel, otur karşıma.” dedi. 

BU İÇERİĞİ NE KADAR BEĞENDİNİZ?

Puanlamak için bir yıldıza tıklayın!

Ortalama değerlendirme 0 / 5. Oy sayımı: 0

Şu ana kadar oy yok! Bu gönderiye ilk oy veren siz olun.

Bu yazı sizin için yararlı olmadığı için üzgünüz!

Bu gönderiyi geliştirelim!

Bize bu yazıyı nasıl geliştirebileceğimizi söyleyin?

ParanormalHaber sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin