Şeytanı Racim
Şeytanı Racim, 7
“Tamam oğlum. Hepsini kaldırırız. Hiç problem değil.” dedi. Nitekim kaldırdık hepsini. Bir koliye doldurduk. “Artık odamda yalnız yatabilirim. Korkmuyorum.” dedim babama lakin hazır filan hissetmiyordum. Annemin babamın hayatı, uyku düzeni altüst olmuştu. Artık onlar da rahat rahat yataklarında uyusunlar istedim. Aslında şimdi düşünüyorum da onları düşünmekten çok, o kitap ve kolye ile o odada yalnız kalma isteği beni dürtmüştü… Evet; bunun için öyle söylemiştim.
Yine yatma vakti gelmişti. Babam “Oğlum, emin misin yalnız yatmak istediğine?” dedi. “Eminim baba. Yalnızken kabus görmüyorum.” dedim ki hiç aslı yoktu. Korkunun yerini merak almıştı. Acaba neydi o kitap ve kolye? Amaçları neydi? Nelerle iletişime geçiyorduk? Bu kabuslar bitecek miydi?..
Odama gittim. Bir sigara yaktım. Pakette iki tek kalmıştı. “Yarın sigara alsam bari.” filan diyorum kendi kendime. Her şey normalmiş gibi davranıyordum. Onları düşünmemeye, normal bir insan gibi olmaya çalışıyordum. Yatağıma uzandım. Yine tavana bakıp düşüncelere dalıyordum. Odadan ayna ve tablolar gidince bayağı genişlemiş geliyor oda gözüme. Fakat o; beynimin en ucundaki şeye hakim olamıyorum; sürekli kitabı açmak için bulandırıyordu beynimi.
Artık dayanamayıp, “O kitabı açmalıyım.” dedim içimden ve kalkıp annemlerin odasının kapısını çaldım bir anda. Çünkü kolyeye kendi resmimi koymam gerekiyordu. Benim resmim de annemde vardı. Annem telaşla açtı kapıyı “Ne oldu oğlum, yine kabus mu gördün?” dedi. “Bir şey yok anne. İyiyim. Sadece bir resmimi istiyorum. Sende vardı.” dedim. “Ne yapacaksın oğlum bu saatte resmi?” dedi. Ben de “Lazım.” dedim sadece. Annem, çantasında taşıdığı, bana ait bir vesikalığımı verdi.
“Oğlum, geleyim beraber yatalım.” dedi resmi verirken. “Yok anne; gerçekten iyiyim.” dedim. Annemin yanından ayrılıp, tekrar odama gittim. Resmin kafa kısmını kesip, kolyeye taktım ve kolyeyi boynuma astım. Sonra kitabı açıp, Atakan’ın dediği sayfayı buldum. Ne olduğunu anlamadığım ancak tahminime göre Fars ya da Arap harfleri ile yazılmış kelimeleri yazdım kağıtlara…
Sonra “Ben ne yapıyorum?” dedim kendi kendime. “Atakan’ın yüzünden bunlar başıma geldi zaten. Hala onun dediği şeyleri yaparsam daha büyük bir çamura batmayacağım ne malum?” diye düşündüm. “Aslında sadece hocanın dediklerini yapayım hatta bu kitabı hocaya götüreyim diyorum, o doğrusunu yapar ne yapılması gerektiğini bilir.” diyorum. Ancak o kitap benim artık. Hocaya neden götüreyim ki? Hem belki hoca herkesten kötü biri, belki kitabıma sahip olmak istiyor…
Kafam allak bullak olmuştu… Her türlü şeyi düşünüyordum. Sonra, kötü düşünceler daha ağır bastı. Bu kitap benimdi. Kimseye veremezdim. Kitap beni bağlamıştı kendisine. Kitabı sadece Atakan’ın dediği şekilde neden kullanayım ki? Kim bilir daha neler yapabilirim bu kitapla. Atakan’ın söylediği sayfaların haricinde zamklı sayfalarda neler vardı acaba? Bu düşünceleri kafamdan kovmaya çalıştıkça daha ağır biçimde tekrar yer ediyordu.
Sonunda kendime hakim olamadım. Bütün birbirine yapışık sayfaları tek tek yavaşça ayırdım. Sayfaların hepsinin üst taraflarında belirli şekiller, altında ise Arapça ya da Farsça olduğunu tahmin ettiğim yazılar vardı. Ne yazılardan ne de şekillerden hiçbir şey anlamadım. “Bu şekillerin ve yazıların ne demek istediğini bir bilsem, bir çözebilsem kim bilir neler yapabilirim?” diye düşünüyordum.
Kitaptan bir kelimeyi kağıda yazdım. Şekillerden de bir tanesini çizdim başka bir kağıda. Amacım, sabah olunca kağıtları bir kitapçıya götürüp hangi dilde ise ona göre bir sözlük almaktı. Kağıtları katlayıp cebime koydum. Kitabı da yatağın altına güzelce yerleştirdim. Kimse göremezdi artık. Kolye ise boynumda takılıydı. İçinde de resmim vardı. Sırt üstü yatağa yattım. Paketimde kalan tek sigaramı da yakıp içmeye başladım.
Bir anda anlam veremediğim bir şekilde sinirlenmeye ve küfürler etmeye başladım. Neye ve niçin küfür ettiğimin farkında değilim. Belli bir müddet sonra sinirim geçti. Sakin bir şekilde düşüncelere daldım. Üzerimde çok fena bir ağırlık vardı. Zar zor yerimden kalkıp cama yöneldim. Hava kızıl ateş gibi yanıyordu. Sokaklar bomboştu. Dünyada tek ben vardım sanki. Arka taraftan bir ses geldi. Tam arkamı dönmemle yine kendimi, üniversite okuduğum şehirdeki evimde buldum.
Arkamı döndüm. Kimse yok. Odanın kapısından biri beni çağırıyordu. “Gelmiyorum.” dedikçe, geri geri gittikçe, “Gel” diyordu. Kapıda bir karaltı belirdi. Sadece gözleri görünüyordu. Evet, annemin gözleri bu! İnsan annesinin gözlerini her yerde tanır. Annemin gözlerini görünce; karanlık koridora doğru attım kendimi. İlerde annem vardı. Tam belli olmasa da gözlerinden tanıdım. Annemdi o. Sarılıyorum ona, sanki 40 yıllık hasret giderir gibi sarılıyorum. Ama ellerim, kollarım her yerim küller içinde kalmıştı. Ayakları tersti annemin. Sonra yüzüne bakınca; uzun ve kirli saçlı, siyah dişli, gözlerinin yerinde iki çift alev olan birini görüyordum.
Yüzü ve bedeni Atakan’a benziyordu ancak gözleri o ana kadarki gördüklerimden farklı; bildiğin alev alev yanıyordu. Bir şeyler söylüyordu bana. Nefret dolu, ateş dolu gözlerle bakarak. Anlamıyorum ne dediğini. Bir şeyi işaret ediyordu gözleriyle. Gözleri boynumdaki kolyedeydi. Kolyeyi işaret ediyordu. Açtım kolyeyi. İçine baktım. Kolyede resmim duruyor fakat gözlerim oyulmuş; yerine mavi boncuk koyulmuştu. Aynı Atakan’ın resmi gibi. Bir de resmin altında bir şeyler yazıyordu. Tekrar Atakan’a baktım. Bakmamla beni boğmaya başladı. Sonra babamın sesiyle uyandım. Annem ve babam, korkmuş ve telaşlı bir şekilde başımda bana bakıyorlardı…
Yine kendi kendime hem bağırıp hem gülüyormuşum. Sesimi duyup gelmiş babam yanıma. “Baba, yine kabus gördüm. Her geçen gün kabuslarım daha da artıyor. Daha da çok korkuyorum.” dedim. Babam “Korkma oğlum; hepsi geçecek. Uyu hadi biraz daha. Yanındayım ben.” dedi. Uyudum sabaha kadar. Kalkınca ilk işim; kitabın arasına koyduğum kağıdı alıp kitapçıya gitmek oldu. Rüyamda kül ile alnıma yazılan şey ile kağıtta yazan şey aynıydı. Bayağı bir merak etmiştim ne olduğunu.
Kapıdan çıkacakken annem çağırdı. Kahvaltı hazırlamış. Yemem için ısrar etmesine rağmen acelem olduğunu söyledim. Babam sofrada oturuyordu. Ona da “Biraz geç gelebilirim. Sen kahveye filan git istersen baba.” dedim. Aslında geç gelme gibi bir niyetim yoktu. Direkt sözlük alıp kitabı incelemekti amacım.
Vardım tarikatçı kitapçılardan birine; onlar bilir diye. Adam kağıdı aldı elimden “Bu Arapça.” dedi. “Ne yazıyor abi?” dedim. “‘Gel’ yazıyor kardeşim.” dedi. Donup kalmıştım. Gece rüyamda duyduğum ses de sürekli gel diyordu bana. Adam “İyi misin?” dedi. Biraz kendimi toparlayıp “İyiyim abi. Bana Arapça, geniş kapsamlı bir sözlük verir misin?” dedim. Aldım sözlüğü, verdim parasını, çıktım kitapçıdan.
Eve doğru yürümeye başladım ancak aklımda türlü düşünceler vardı. Rüyamda resmime neden gel yazılmıştı? Neden gel diyorlardı? Benden ne istiyorlardı?.. Bu düşüncelerle eve vardım. Babam kahveye gitmişti. Annem açtı kapıyı. Eve girdim. Doğruca odama geçtim. Kitabı açtım. Yanına sözlüğü koydum. İlk olarak; kitabın başındaki iki sözcüğü sözlükten arayıp buldum. “Ateş” ve “İlim” çıkıyordu. “Ateşin ilmi” (Şeytan’ın ilmi) demek oluyordu bu sanırım.