Şeytanı Racim, 6
Sonra babam konuşmaya başladı “Oğlum, sana söylemeyi uygun bulmadık ama bilmen gerekli. Biri tarafından çok kıskanılmışsın ve çeşitli ifritler ile senin üzerine büyü yapılmış. Ağır bir büyü.” dedi. “Gittiğimiz adamı hatırlıyor musun? (yaşlı hocayı kast ediyordu)” “Evet baba.” dedim. “Seninle bir kez daha görüşecek oğlum. dedi. “Tamam baba. Beni bunlardan kurtaracaksa görüşmeye razıyım.” dedim. “O sana verdiği bıçak seni manevi açıdan korudu.” dedi. “İlk hocanın yanına gittiğimizde hocaya sövmüştün; hatırlıyor musun?” dedi. “Ne sövmesi baba?! Ben sadece başımı yere eğip oturdum.” dedim.
“Oğlum, hoca sana Arapça dua okurken sen de hocanın yüzüne Arapça küfürler ediyordun. Ama şimdi daha iyisin. Uykunda filan konuşmuyorsun artık.” dedi. Yine aynıydım. Sadece o kitabın bende olması ve bunları çözecek olmak bir nebze umut veriyordu bana. Babam böyle dedikçe rahatlıyordum. Sanki hepsi kötü bir kabusmuş gibi geliyordu. Yolda muhabbet ettik. Muhabbet ettikçe yol daha kısalıyordu sanki. Nihayet evimize varmıştık. Annem kapıyı açtı. Suratı asıktı. Korku ile karışık bir şaşkınlık vardı yüzünde. Yalandan gülümsemeye çalıştı ama bir hal vardı annemde…
Girdik kapıdan içeri. “Aç mısınız, sofrayı kurayım mı?” dedi annem. Dinlenme tesisinde çorba içmiştik. Bu yüzden evde yemek yemedik. Sonra salona gidip oturduk. Televizyonu açmadık. Öyle üçümüz oturuyoruz. Annem bir şeyler düşünüyor gibiydi hep. “Ne oldu anne? Neyin var?” dedim. “Yok bir şeyim oğlum.” dedi. Ben anlarım; kesinlikle bir şey olmuştu biz gidince. “Anne, sen benden gizledikçe emin ol benim psikolojim daha da bozulacak. Ne olduysa anlat!” dedim.
Babama baktı. Sonra “Oğlum,” dedi anlatmaya başladı: “Bugün biraz tuhaf şeyler oldu. İçeride uzandım; yatıyordum. Mutfaktan ses geldi. Kalktım baktım. Tabakların hepsi yerde… Ocağın dört yeri de sonuna kadar alev almış yanıyor. Ama gazı açma düğmeleri hepsinin kapalıydı. Gözümle gördüm.” dedi. “Musluğu açtım. Ateşin üzerine su döktüm. Ateş sönerken daha önce hiç görmediğim masmavi bir duman çıktı.” dedi.
Annemin çok korktuğu belliydi. Dumanı görünce hemen çıkmış mutfaktan ve bir daha girememiş. Bu olay; biz gelmeden yaklaşık bir saat önce olmuş. O yüzden hala şaşkınlık ve korkusunu üzerinden atamamıştı. Ben içimden sövüyorum “Ailemden ne istiyorsunuz? Onları rahat bırakın!” diye. “Baba, yarın ilk iş; sabah kalkıp, hocanın köyüne gidelim. Görüşelim bakalım ne diyecek benim için?” dedim. “Tamam oğlum. Sen merak etme. Yarın sabah erkenden gideceğiz.” dedi.
Zaman geçmiş, yine yatma vakti gelmişti. Gece salondayız… Odamda yatmıyorum bu olaylar başladığından beri. Annemle babam “Oğlum, hadi biraz uyu. Biz oturuyoruz; merak etme. dediler. Onun verdiği rahatlıkla uykuya daldım. Yine kabuslar peşimi bırakmamıştı. Üzerimde her zamankinden fazla bir ağırlık var. Üniversitedeki kaldığım evde, odamdayım. Pencereye koştum. Kızıl bir hava, sokaklar bomboş, her yer alev almış, odam alev almış yanıyordu.
Arkamı dönüyorum kimse yok. Atakan’ın sesi geliyor koridorun sonundaki odasından “Gel, yardım et! Yanıyorum!” diyordu bana. Koşuyorum o karanlık koridorda. Koridor sanki kilometrelerce uzunlukta. Işık açma düğmesine varıp, bu karanlığa bir son vermek, Atakan’ı kurtarmak için koşuyorum koridorda. Ben koştukça gülüyorlar. Ben koştukça alevler artıyor. Tuvaletin önüne geliyorum. Atakan’ın odası sol tarafımda kalıyor. Ancak odanın kapısı yok. Duvar var kapının yerinde.
Diğer tarafıma dönüyorum; yine duvar. Sadece önümde tuvalet arkamda ise karanlık bir koridor var. Tuvalete giriyorum. Kapıyı kapatıp oturuyorum öyle çaresizce. Ağlıyorum hiçbir şey yapamadan. Pencereden beş çift göz bana bakıyordu. O kadar keskinler ki… Kimisi çok derin bir mavi göz ile kimisi bildiğiniz alev dolu bir çukur gibi bana bakıyordu. Hepsinin yüzü aynı; hepsi Atakan. Hepsinin saçları uzun, dişleri simsiyah. Onların birbirinden farklı varlıklar olduğunu gözlerinden anlıyorum. Hepsi nefretle bakıyordu bana. Hepsinin gözleri kişiliklerini ele veriyordu.
Sonra annem ve babamın sesini duyarak uyandım. Onlar başımda yine. “Oğlum sana ne oldu? Kendini yerden yere attın!” diyorlardı. “Baba, hazırlan hemen! Yola çıkalım. Gidelim hocanın köyüne!” dedim. Babam sakinleştirdi biraz. Sabaha kadar bekledik ve sabahın ilk ışıklarıyla beraber yola çıktık. Anneme sıkı sıkı tembih ettim “Komşuya git.” diye. Evde yalnız durmasını istemiyordum.
Bindik arabaya. Hiç konuşmadan gidiyorduk. Bıçağımı yanıma almıştım. Artık yanımdan ayırmıyordum. Vardık köye. Kapıyı yine aynı kadın açtı. Geliniydi yanılmıyorsam. “Babam oduna çıktı. Birazdan gelir. Siz içeri buyurun.” dedi. Oturduk babamla. Bu arada ben evi inceliyorum. Evde hiç tablo yok. Hiç ayna yok… Dikkatimi ilk çekenler bunlar olmuştu. Ben evi incelerken hoca da nihayet gelmişti.
Biz ayağa kalktık. Selamlaştık. Hoca heybetli bir adamdı. Bayağı uzun sakalları vardı. Kaşları dahi uzundu adamın. “Hocam, özür dilerim. dedim. “Niye evladım?” dedi. “Geçen size ettiğim hakaretlerden dolayı.” dedim. Güldü “Onları bana sen etmedin ki… Affedilecek bir şey yok. Otur, gel karşıma.” dedi. Oturdum hocanın karşısına. Bir taraftan da Atakan’ın bana verdiği kitap ile kolyeden bahsetsem mi hocaya diye düşünüyorum. Ama bahsetmedim…
“Oğlum, bıçağını yanından ayırmıyorsun değil mi?” dedi. “Ayırmıyorum hocam.” dedim. “Bak, sana açık konuşacağım… Babangil söyledi mi bilmiyorum lakin bir takım ifritler vasıtası ile seni çekemeyen bir kem gözlü, sana bir şeyler musallat etmeye uğraşmış. Lakin becerememiş. Ancak sen, isteyerek ya da istemeyerek bunlardan birinin çocuğunu öldürmüşsün.” dedi. “Bunlar peşini bırakmaz ya seni alırlar ya sen onları alırsın.” dedi. “Hocam, ben neyin kimin çocuğunu öldürmüşüm? Karıncayı dahi incitmedim şu yaşıma kadar.” dedim. “O zaman farkında olmadan yapmışsın oğlum.” dedi.
“Hiç; bir külün üzerine birden su döktün mü yahut bir ateşi birden söndürdün mü?” dedi. “Hayır.” dedim. Sonra düşündüm biraz. “Hocam, arkadaşımla beraber akşamları kapının önünde ızgara yapar, geç saate kadar otururduk. Yanan ateşe de su döküp söndürürdük. Bundan dolayı olabilir mi?” dedim. “Olabilir oğlum. Geceleri yanan ateşin etrafına cinler toplanır. Sen de ateşe su dökersen cinleri öldürmüş olabilirsin.” dedi.
“Bıçağını hiç ayırma yanından. Bunlar kalabalık. Bunlar bir kabile.” dedi. Bir kağıda bir şeyler yazdı. “Bunu boynuna as. Bir müddet onları uzak tutar senden.” dedi. “Tamam hocam.” dedim. “Sakın tütsü gibi şeyler kullanma. Aynalara uzun süre bakma. Yattığın odada çok tablo resim bulundurma.” dedi. Hoca böyle birtakım öğütler verdi. Hepsine tamam dedim. Hepsine uyacağıma dair söz verdim.
Sonra sofrayı kurmasını söyledi gelinine. “Karnınızı doyurup öyle gidin. Aç aç yola çıkılmaz oğlum.” dedi. “Tamam hocam.” dedik .Orada karnımızı doyurduk. Sonra yola çıktık. Babam yolda bol bol bana öğüt verdi “İşte; hocanın dediklerine uy oğlum.” filan diye. Ancak benim aklım kitapta ve kolyede, babamı dinliyor gibi yapıyorum ama duymuyorum bile.
Eve vardık. Kapıyı annem açtı. Anneme biraz kızgın şekilde “Niye komşuya gitmedin anne? Komşuya gitmeni söylemiştim!” dedim. “Komşudaydım oğlum. Yeni geldim.” dedi. Bilmiyorum gerçekten yeni mi gelmişti yoksa hiç gitmeyip tek başına evde mi durmuştu bilmiyorum… Uzatmadım bu meseleyi. “Ne yaptınız? Neler söyledi hoca?” filan dedi. Hocanın verdiği kağıdı gösterdim anneme. Dürülüydü, hiç açmadım. “Bunu boynuma asacakmışım anne. Ayrıca evde ayna, tablo gibi şeyler iyi olmazmış, özellikle de yattığım odada.” dedim.