Şeytanı Racim, 4
Düşündüm; gördüklerim rüya mıydı diye. Ama emindim. Babam yanıma gelip “Tamam oğlum. Uyu sen. Yarın hallederiz.” demişti. “Baba, ben kendimi iyi hissetmiyorum. Kime gideceksek gidelim artık.” dedim. “Tamam oğlum. Bizim köyün hocasına bir gidelim. Hoca, hem hafız hem de ilmi derin bir hocadır. Ona bir gösterelim seni. dedi. Gittik hocanın evine. Adamın evi tek katlı, kulübe gibi bir yerdi. Babam kapıyı çaldı. “Hoş geldin.” diyerek karşıladı babamı. Tokalaşıp, sarıldılar.
Sonra “Hocam bir maruzatımız var…” demeye kalmadan, “Bunun ne işi var burada?” dedi benim için. “Hocam; bu benim oğlum. Son günlerde hep kabuslar görüyor.” dedi babam. Hoca, babamı dinlemeden “Götür bunu buradan. İstemiyorum burada!” dedi. “Hocam, ben size ne yaptım? Sizi ilk kez görüyorum.” dedim. Hoca duymuyordu bile beni “Götür bunu buradan! Çabuk götür!” diyordu. Babamla bizi kovdu resmen. Yani başka açıklaması yok; resmen kovdu adam bizi.
Babamın beti benzi attı. Olanlara anlam veremiyordu. “Oğlum, hoca çok iyi adamdır halbuki. Niye böyle yaptı anlamadım.” dedi. Ben iyice psikolojik olarak çökmüştüm. “Baba, bıktım artık. Neler oluyor bana?” diyerek ağlamaya başladım. Sonra babam eve götürdü beni. Evde herkes bana bakıyordu. “Ne var, niye bakıyorsunuz bana?!” dedim. “Oğlum.” dedi dedem. “Bize anlat her şeyi. Neler yaşadığını tam olarak anlat.” dedi. Hepsini anlattım.
Hocayla görüşmüş dedem daha sonra… Hoca buna ne dedi hiçbir zaman söylemedi bana. “Oğlum.” dedi dedem. “Bu dünyada yalnız değiliz. Biz nasıl var isek bizim gibi cinler de vardır… İnsanlar kapılarını açmadan, cinler o kapıdan girip insanlara zarar veremez. Allah, insanın bir gözü için bile melek görevlendirmiştir. Bu melekler hem koruyucu hem görevli meleklerdir. Diğer organları için ne kadar görevli melek vardır sen düşün. İşlediğin günahlar, o koruyucu meleklerin gitmesine neden olur. Sonra cinlere karşı seni koruyan hiçbir melek bulamazsın. Tehlikelere açık hale gelirsin. Melekleri utandırıp kaçıran en büyük günah zinadır…”
İşte böyle öğüt verip duruyordu dedem. Ama nedense içimde dedeme karşı bir nefret oluştu. Yani o an parçalamak istedim dedemi. “Dede, öğüdüne ihtiyacım yok. Beni rahat bırak!” dedim. O yaşıma kadar asla dedeme bir saygısızlık etmemişti. Gerçi o saygısızlığı da ben etmedim. Ama o an öyle demek geliyordu içimden. İstemesem de dedemin kalbini kırmıştım. Dedem sustu. Babam bana bakıyordu. Normalde bu saygısızlığımı asla affetmez ama bir şey demedi. Acıyarak bakıyordu sadece bana.
“Baba, niye öyle bakıyorsun bana, neyim var benim?” dedim. Hiçbir şey demedi. Sadece susuyordu herkes. Kimse bir şey demedi. Zaten psikolojim bozulmuştu. Her gün aynı kabus, hocanın kovması, ailemin sadece başını eğip susması, çok sevdiğim dedemi terslemem… Hepsi çok yormuştu beni.
“Yalvarırım söyleyin; kafayı yiyeceğim!” dedim. “Oğlum” dedi babam “Seni birine götüreceğim. O sana yardımcı olacak.” dedi. “Kim baba? Adı ne?” dedim. İsmini söyledi. “Gitmem ben ona!” dedim. Adamı tanımıyorum ama öyle bir şey var ki tanımadığım adama karşı nefret duyuyorum. Babamla dedem beni zorla ikna ettiler. Ertesi gün dedem, babam ve ben bindik arabaya, gidiyoruz köye doğru. Gideceğimiz köy, bizim köye iki saat mesafede olan bir köydü.
Neyse vardık bu köye. 9-10 tane ev var. Evler kerpiçten yapılmış. Sokakta da kimse yok. Girdik bu küçük köyün içine. Babam evlerden birinin önüne park etti arabayı. Dedem önde, babamla ben arkada gidiyoruz. Adamın bulunduğu eve gelip çaldık kapısını. Kapıyı, genç bir kadın açtı. İçeride de yaşlı bir adam oturuyordu.
Girdik içeri. Yaşlı adam tespih çekiyordu. Uzun bir tespihi vardı. Kapıyı açan genç kadın “Buyurun, oturun.” dedi. Evde kanepe koltuk yok, sadece yerde minderler var. Sırt yaslamak için de uzunca bir sedir gibi bir şey vardı. Oturduk. Hoca halen tespih çekip içinden bir şeyler okuyordu. Sonra dedem selam verdi. Adam 10 saniye kadar okumaya devam ettikten sonra, dedemin selamını aldı. Kimseden çıt çıkmıyordu.
Hoca birden bana döndü ve “Yaklaş!” dedi emir kipiyle. Babam kafasıyla kalk işareti yaptı. Ağır ağır ilerledim hocanın önüne doğru. “Hoca!” otur dedi. Oturdum hemen karşısına. “Gözlerimin içine bak!” dedi. Baktım. Gözleriyle gözlerime 10 saniye kadar dik dik baktı. Sonra çevirdi gözlerini. Türkçe olmayan bir şeyler diyordu bana doğru bakarak. Ben ise korkudan yere bakıyorum sadece.
Gelini olduğunu tahmin ettiğim kadını çağırdı. Bir şeyler istedi genç kadından. Kadın getirdi istediklerini. Bir bıçak, bir kağıt, bir kalem, bir tas içinde su, bir de iğne getirdi. Adam kağıda bir şeyler yazdı. İnce uzun bir kağıttı. Bu kağıda yazı yazdıktan sonra büktü büktü. Makasla belli 10 parçaya kesti. Suyun içine attı ama ağzı hiç durmuyor sürekli bir şeyler mırıldanıyordu.
Suyun içine baktığında gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Sonra iğneyi aldı eline “Kolunu uzat.” dedi. Hiçbir şey demeden uzattım. Koluma küçük küçük beş tane delik açtı. Hepsinden toplu iğne başı kadar kan aktı. Bu kanı, tastaki suyun içine akıttı. Parmağıyla bu suyu karıştırdı. Sonra “Sen çık.” dedi bana. Ben de dışarı çıktım. Beş dakika kadar sonra dedem ve babam yanıma geldiler. Yüzleri düşmüş. Arabaya bindik hiç konuşmadan. Sonra arabada dedem “Oğlum, sen bu illetlere nerede bulaştın?” dedi.
“Ne illeti dede?” dedim. “Oğlum sen *** kabilesinden birilerinin çocuğunu öldürmüşsün. O yüzden sana musallat olmuşlar.” dedi. “Ne çocuğu dede? Ne diyorsun?” dedim. Hocanın ona verdiği bıçağı gösterdi. “Onlara karşı yapılabilecek şey buymuş oğlum. Bunu yanından ayırma.” dedi. “Biz seni yalnız bırakmayız. Hep yanında oluruz; merak etme. Hocanın da yapabileceği tek şey buymuş. Bu bıçağı okuyup, bize verdi. Yanından hiç ayırma.” dedi.
Ne olduğunu anlamıyordum. Artık ne olursa olsun modundaydım. Tekrardan dedemlerin evine geri döndük. Akşam olmuştu. Yemek yiyorduk. Hepimizde bir sessizlik vardı. Yatma saatine yakın kapı çalındı. Bu saate kapıyı kim çalardı acaba? Kapıda beş tane köylü vardı. En arkadaki adamı tanımıştım. Bu adam ilk gittiğimiz ve bizi evinden kovan hocaydı. Dedeme bir şeyler dediler. Dedem sinirli bir şekilde “Burası benim evim.” dedi. Bunu duyabildim sadece. Sonra dedem, babamın yanına gitti.
“Oğlum, hadi evinize gidin. Orada daha rahat edersiniz.” dedi. Sadece “Tamam.” dedi babam. Dedemi de zor durumda bırakmak istemiyordu. Dedem dahi bunu yapıyor, benden çekinip evinden kovuyorsa ne yapabilirdim? Hiçbir şey hissetmiyordum. Neyim olduğunu dahi bilmiyordum. Gecenin bir yarısı babam, annem ve ben atladık arabaya. Kendi evimize doğru sürdük arabayı. Eve geldik. Salonda oturuyoruz hepimiz. Annemle babam yalnız bırakmadılar o gece. Ancak insan onlar da. Uyuyakalmıştık üçümüz de. Taa ki saat yine 02:30’u gösterene kadar…
Yine o kabusu gördüm. Hava kızıl, güneş yok. Üniversite okuduğum şehirdeki evdeyim. Camdan aşağıyı izliyorum. Aşağıdan ilginç sesler geliyor. Sonra arkamı dönüyorum. Ancak bu sefer farklı bir şey vardı: Atakan’ın yüzünü görüyordum. Gözleri masmavi, siyah dişleri ve upuzun saçları var. Bana baktı ve hiç unutmadığım o iki cümleyi söyledi: “İl hüvel, illa bin zitr.” O masmavi gözlerini bana dikip bunları söyledi. Konuşamıyordum. Sadece o masmavi gözlerine, o uzun saçlarına, kararmış dişlerine bakıyordum…