İçeriğe geç

Şeytanı Racim

Şeytanı Racim, 22

Bunu söyleyince, kadınlar direkt yüzüme ve ayaklarıma baktılar. Gayet yumuşak bir ses tonuyla birisi “Otur oğlum; buyur.” dedi. Oturdum ”Beni hoca yolladı eğer sizde varsa ayna istiyorum.” dedim. “Hayır mı şer mi oğlum?” dedi kadın. Diğeri hiç konuşmuyor, sadece yaşlı gözlerle beni süzüyordu. “Şer.” dedim. Kadının yüzü düştü. “Evimizin içinde ayna yoktur oğlum. Zamanında bütün aynaları ahıra kaldırmıştık. Orada olacaktı, onları alabilirsin.” dedi.

Yanındaki küçük çocuğa Arapça bir şeyler söyledi. Kafasıyla beni işaret etti. Sanırım “Yardımcı ol!” diyordu. Çocuk, kendisini takip etmemi istedi. Ayağa kalktım. Tam odadan çıkacakken hiç konuşmayan kadın birden bana seslendi ve “Yanındaki bizim evimize giremez ancak kapıda seni beklemeliydi. Neden seninle?” dedi. Dilim tutuldu sanki! “Yanımdaki kimmiş?!” dedim. “Kapıda seni bekleyen.” dedi. “Kapıda kimse yok. Ben yalnızım.” dedim. “Emin misin?” dedi. Hiçbir şey diyemedim. Direkt kapıya yöneldim; çıktım odadan.

Bu yaşlı kadın niye öyle demişti bana? Kimdi yanımdaki? Bu gibi sorular beynimi istila etmeye başladı bir anda. Aklıma; içerideki kadınların, ayakları üzerine oturdukları geldi birden. Dikkat etmemiştim ayaklarına. Geri dönüp baksa mıydım acaba? Bu düşünceleri beynimden kovup, çocuğu takip ederken gözlerim ayaklarına kaydı. Normaldi ayakları. Bir anda rahatladım. Kapıyı açtı çocuk. Dışarı çıkmıyordu. “Gel; ahırdan ver aynaları.” dedim. “Sağ tarafta duvara dayalı aynalar. Ahır orası.” dedi ve kapattı kapıyı yüzüme.

Köpeğe baktım. Sanki karşısında biri var gibi dört ayak üstünde dikilmiş, dişlerini sıkarak bakıyordu. Beni görmüyordu bile sanki. Hiç bakmadım köpeğin baktığı tarafa doğru. Ağır ağır ahıra doğru ilerledim. Hiç girmek istemiyordum oraya. Baktım içerisi zifiri karanlık. Hemen hızlıca girip sağ taraftan aynaları alıp çıkacaktım. Girdim ahırın kapısından içeri. Ortalık kapkaranlık. Hiçbir şey görünmüyordu. Sağ tarafa dönüp elimi uzattım. Ne var ne yok kucakladım. Ter içinde kalmıştım ama o bir dakikada elime bir şey dokundu. Tutup kaldırdım. Dışarı çıkardım elimdekileri. Evet; aynalardı bunlar.

5 tane ayna vardı. Rahatlamıştım. Aynaları alıp çıkınca; köpek, birden zincirini koparacak derecede tedirgin oldu. Havlıyordu ama bana değil, karşı tarafına bakıp havlıyordu. Hemen arkasından kapı açıldı. Çocuk beni çağırdı “Gel çabuk!” dedi. Sonra köpeğin baktığı yere baktı ve sustu. O oraya bakınca ben de kafamı kaldırıp refleks olarak oraya çevirdim ve: görünüyordu! Loş ışıkta oradaydı, köpeğin karşısındaydı. Yüzü yere eğik biçimde duruyordu. Kendi sıfatındaydı kimse gibi değil doğruca kendisi idi!

Ne annem ne babam nede arkadaşlarım kılığında değil. Saf doğal benliğiyle köpeğin karşısında duruyordu. Kadının bahsettiği, benimle gelen bu muydu? Evden çıkmayan çocuk, nedense bana doğru koştu. Kolumdan tuttu “Bakma!” diyordu. Onun olduğu tarafı eliyle kapatıp beni çekiyordu. “Hadi eve gir!” diyordu. Çekti kolumdan eve doğru. “Bakma” diyordu. Bunu belki yüzlerce kez tekrar etti. Birden irkildim. Koştum çocukla eve doğru. Aynalar arkada kalmıştı. Köpek havlıyordu aşırı tedirgindi.

Eve girdik. Kapıyı kapadık. Çocuk bana baktı. Özellikle alnıma doğru bakıyordu. “İyisin. Bir şeyin yok.” dedi. “Kimdi o? Niye burada?” diyordum, sorular soruyordum çocuğa. Çocuk hiç cevap vermiyordu. Bir taraftan onu takip ediyordum. Kadınların olduğu odaya girdik ancak onlar yoktu. İki adet saç teli vardı upuzun; kadınların oturduğu yerde. Çocuğa baktım “Korkma, otur.” dedi. “Kimsin sen?” dedim. “Otur, anlatacağım.” dedi. Hala oturmuyordum. Sonra selam verdi bana Arapça, ben de selamını aldım.

“Kötü biri selam veremez değil mi?” dedi. Çok olgun konuşuyordu. Küçük bir çocuktu ama konuşması ve hareketleri yaşlı bir adam gibiydi sanki. Oturdum. “Gözlerini kapatır mısın?” dedi. “Niye?” dedim. Zahar ve Tilmun’u yani onları çağıracağım lakin sen bu anı görürsen aklını yitirirsin. Kendi iyiliğin için kapat. 5 saniye sonra açarsın.” dedi. “Zahar ve Tilmun onların adıdır. Tam isimleri …’dir.” dedi. 

Kapattım açtım gözlerimi. Kadınlar oturuyordu tekrar o saç tellerinin olduğu yerde ve bana bakıyorlardı. Odadan çıkarken benimle konuşan kadın “Gördün mü?” dedi. Kafa salladım “Evet.” manasında. Birden kapı çaldı. Çocuk “Sessiz ol! dedi bana. Ses duyuldu, hocamın bana söylediği kelimeyi söyleyen bir sesti bu. Çocuk kapıya yöneldi. Biraz sonra içeri geldi yanında Atakan ve Tuğba vardı. “Seni merak ettik.” dediler. Ayaklarına baktım normaldi.

Beni aramaya çıkmışlar. Tuğba yalnız gelecekmiş. Tahmin etmiş burada olduğumu ancak hocam Tuğba’yı yalnız yollamamış. O yüzden Atakan’la gelmişler. Hocanınkine en yakın ev bu olduğu için ilk buraya gelmişler. “Dışarıda bir şey gördünüz mü?” dedim. İkisi birbirine baktı “Hayır.” dediler. “Tamam. dedim. Tuğba “Niye, ne oldu, bir şey mi görmemiz gerekiyordu?” dedi. “Yok, önemli değil.” dedim.

Kadınların ikisi de yere bakıyordu. Hiç konuşmuyorlardı. Tuhaf olan şu idi; Atakan ve Tuğba kadınlara doğru hiç bakmıyorlardı. Sanki onlara göre odada sadece ben ve çocuk vardık. Bu düşünceleri kafamdan attım ve “Hadi gidelim.” dedim. Çocuğun bana anlatacakları vardı aslında.  Merak da ediyordum. Çok bilgili bir çocuktu veya çocuk suretindeydi, bilemiyorum…

Çıktık dışarı. Dışarıda; bıraktığım yerde duruyordu aynalar. Köpek, yatmış; sakince dışarıyı izliyordu. Biraz önceki hırçınlığından eser kalmamıştı ama ben biraz öncekini yani onu bir kere görmüştüm. Gözümün önünden o sureti gitmiyordu. Aynalardan üçünü ben aldım, ikisini Atakan’a verdim. İlerliyorduk. 4 tane ayna lazımdı fazlasıyla bulmuştuk yani. “Atakan, o odada kaç kişiydik?” dedim. “Sen ve küçük çocuk vardı. Niye sordun?” dedi. “Boş ver!” dedim sadece. Gözlerim dolmuştu bu cevabı duyunca. Artık görülmeyenleri gören birine mi dönüşüyordum?

Tuğba’nın sesiyle irkildim “Her şeyi hazırladım. Sadece aynalar kaldı. Bir de şekillerin çizimi.” dedi. “Tamam.” dedim. Hocanın evine varmıştık artık. Hocam içeride; yere bir şeyler çiziyordu. Bizi görünce sevindi. “Çok merak ettim; oğlum nerede kaldın?” dedi. Başımdan geçenleri ve gördüğüm şerliyi bizzat anlattım. Hoca “Bir an önce başlayalım. Yoksa biz onlardan kurtulmazsak, onlar bizi ateşlerinde yakacak.” dedi.

Hemen odadaki ocakta, ufak bir ateş yaktı. Lanetli kitabı, kolyeyi ve …ları ateşin içine attı. Bir yandan ateşi izliyor, bir yandan Kuran-ı Kerim’den ayetler okuyordu. Kitabın lanetiyle ocakta çok büyük bir alev oluştu. Sanki kitap, cehennemin en ücra köşesinde yanıyor gibiydi. Kitap yanıp bittikçe. dağlardan korkunç sesler geliyordu… Evet bu sesler; acı ile kıvranan cinlerin sesiydi… Kitap tamamen yanıp yok oldu. Sadece yerde bir avuç külü kalmıştı. Her şey yolunda gidiyordu. Artık elimden dua etmekten başka bir şey gelmiyordu.

Hoca şekilleri çizdi. Atakan’la aynaları hocanın dediği gibi yerleştirdik. Bir tane ayna yerdeydi. Diğer aynaları duvara yaslamıştık. Hoca “Her şey hazır.” dedi ve perdeleri çekti. Gidip kapıyı kontrol etti ve yere oturdu. Hepimiz yerdeki aynanın etrafına toplanmıştık; ben, Atakan, Tuğba ve hoca. Hocam, ocaktaki külleri alıp, Arapça bir şeyler söyleyerek, yerdeki aynanın üzerine serpti. Serptikçe diğer aynalar kararıyordu. Diğer aynalar karardıkça, hoca daha da bağırıyor, sesi odanın içinde yankılanıyordu.

Sayfalar: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23

Soru sor, cevap yaz, yorum yap, kendi hikayeni anlat... Burası senin; istediğini yazabilirsin.