Şeytanı Racim

1.157
0
(0)

Şeytanı Racim, 20

Hocamın yanına yaklaştım. Hiç ormanda gördüğüm sınır mevzusunu açmadım başkaları da var diye. Kulağına eğilip “Bu adam ve kız kim hocam?” dedim. “Otur oğlum. Yabancı değiller. Onlar da senin ve arkadaşının derdine benzer bir dertten mustariptiler. Lakin dermanlarını buldular.” dedi. Sessizce oturdum mindere. Birkaç dakika kimseden ses çıkmadı. Herkes yerdeki desenlere bakıyordu. Bu sessizliği hocam bozdu. 

Yüzünü bana çevirip “Oğlum, Tuğba kızıma zamanında aşık olmuş bir tanesi.” Tuğba dediği; adamın yanındaki yani evdeki kızdı. “Çok güçlüydü ona bulaşan mahluk. Lakin ar ve namus sahibi olan, aynı zamanda iffetini koruyan bu kızımın azmi ve bir takım şeyler sayesinde uzaklaştırdık.” dedi. Şaşırmıştım. Hocamı dinliyordum dikkatlice. “Bundan 2 sene evveldi oğlum. Tuğba kızım banyo yapıyormuş. Lakin banyoda avret yerlerini örtmemiş. Bu tehlikeli bir durumdur oğlum.” dedi.

Dikkatimi iyice çekmişti anlattıkları. Sadece dinliyordum. “Bu hatası yüzünden bunu görmüşler. Bir tanesi buna aşk-ı musallat olmuş.” dedi. “Günleri geceleri korku ile geçiyordu. Bizzat şahidim oğlum.” dedi. “Geceleri kalkıp; kimi zaman ahıra gidiyordu kimi zaman ormana… Oralarda yatmak istiyordu ama bunu istemeden yapıyordu. Babası ve annesi perişan bir halde, neredeyse her gece kapımı çalıyordu ve kızlarını eve götürmemi rica ediyorlardı.” dedi.

Babası söze girdi. “Sağ olun hocam, sizin yardımlarınız sayesinde kurtardık kızımızı.” dedi. Ama ben sadece kıza odaklanmıştım. Tuhaf bir çekiciliği vardı. Bir an; kız kafasını kaldırıp bana baktı. Hemen gözlerimi diğer tarafa çevirdim. Utanmıştım çünkü. O günlerde ilk defa bir umut ışığı doğmuştu içimde bu kızı görünce. Hocam bana doğru baktı. “Oğlum, Tuğba kızımı kurtarmaktan çok daha zor mühür bozmak. Ancak sağ olsun; kendisi bize yardım edecek. Bozmak için gerçekten çok ama çok kötü şeyler gerekiyor.” dedi.

“Nasıl yani hocam? dedim. Tam bu sırada kızın babası konuşmanın kalanını dinlemek istemiyormuş gibi müsaade isteyip aniden kalktı gitti. Ancak kız hala duruyordu. Odada; hocam, Atakan, Tuğba ve ben kalmıştık. “Tekrardan “Hocam bu kötü şeyler neler, nasıl şeyler açıklayabilir misiniz?” dedim. Hocam bir müddet durakladıktan sonra zar zor söyledi. “Hayız kanı gerekiyor oğlum.” dedi. Şaşırdım, direkt kıza baktım bu sefer. 

Hoca sözlerine devam etti “Hayızlı halde, bekaretini yitirmemiş bir hanım kişinin hayız kanı.” dedi. Kız kıpkırmızı oldu ama ben daha çok utandım bunları duyunca. “Gerçekler oğlum… Yapılması gereken bu. Ne kadar arsızca, utanmazca gelse de yolu bu. Devası bu.” dedi. Odada bir sessizlik oldu. Kimseden çıt çıkmıyordu. Zar zor kıza baktım “Aynalardakini gördün mü?” dedim. Kız bir müddet gözlerimin içine baktı ve kafasını evet manasında salladı çekinerek. Belki kız bu yüzden ilgimi çekmişti. Benim aynaların içinde gördüğümü o da gördüğü içindi belki. Yalnızca ben bunları yaşadım zannederken, içime atarken… Onun da benzer şeyleri yaşamasıydı aslında ilgimi çeken. Şimdi düşününce daha iyi anlıyorum.

Kıza bakıp “İyi misin peki şimdi?” dedim. “İyiyim.” dedi sadece. Sesi de kendi kadar güzeldi. Bu kısa konuşmanın ardından yine bir sessizlik oldu. Aslında hiç bahsetmiyorduk ama içten içe korkuyorduk akşamki mühür bozma olayından. Hepimizin de aklı oradaydı; gecedeydi… Gece yakındı artık ve o yaklaştıkça üzerime bir ağırlık, bir hezeyan çöküyordu. Sanki duvarlar üzerime geliyor gibiydi. Daha fazla dayanamadım. “Birader!” dedim Atakan’a dönerek. Bana baktı. “Dışarıda oturalım mı biraz?” dedim. Asıl amacım sigara içmekti. Sonra hocama döndüm onay bekliyorum anlamında. Kafasını “Çıkabilirsiniz” manasında salladı. Çıktık evin dışına. Orman tarafında bir taşa oturduk bununla.

“Hatırlıyor musun?” dedim. “Neyi kardeşim?” dedi. Hiç cevap vermedim. Cep telefonumu çıkardım ve mp3 açtım. Çok dinlerdik çünkü. Özellikle rakı içerken iki iyi dostken. Bıraktım ortamıza telefonu. Birer tane sigara yaktık. Sessizce dinlemeye başladık. Atakan’a baktım. Gözlerinden boncuk boncuk yaşlar akıyordu. Onu öyle görünce başımı diğer tarafa çevirdim. Sessiz sessiz ağlamaya başladım. Bir taraftan gözlerimizden yaşlar akıyordu, bir taraftan da düşünüyordum… Normal insanlar gibi niye değildim diye. Niye normal bir sevgilim yoktu, normal bir yaşantım yoktu?..

Bir müddet böyle oturduk. Yarım saat filan geçmişti sanırım. Hiç konuşmadık. Arka arkaya sigaraları içtik. Sonra içeri girdik tekrar. Hoca yalnızdı. Kız mutfak tarafındaydı. Atakan, hocanın bulunduğu tarafa; mindere oturdu. Ben hızlı adımlarla mutfak tarafına geçtim. Kız beni görünce biraz tedirgin oldu. Hafiften de utandı. “Senin yalan söylediğini hissediyorum.” dedim. Başı yere eğikti. Sonra gözlerime baktı “Nereden anladın?” dedi.

Bu olaylar başladığından beri hislerim kuvvetlenmişti gerçekten de. Ona da bunu söyledim. “Doğru. Yalan söyledim.” dedi. “Niye yalan söyledin? dedim. “Artık annemin babamın üzüntüsüne dayanamıyordum.” dedi. Gülümsedim, o duyguyu çok iyi biliyordum. “Sana hala musallat olan cin mi var?” dedim. “Evet var.” dedi. Ben sormadan ismini söyledi; ismi *** ydı. “Rüyalarında mı geliyor, insan ya da hayvan suretinde mi?” dedim.

“Benim çok sevdiğim biri vardı evvelden. Ama artık o yok. İşte onun suretinde geliyor. Direkt onun kılığında. Uyku halinde olmadığım zamanlarda bile geliyor.” dedi. “Sana nasıl oluyor?” dedi. “Ben rüyalarımda görüyorum.” dedim. “Peki, o sevdiğin ne oldu?” dedim. O da anlatmaya başladı.

“Buralarda biz odunlarımızı ormandan kendimiz getiririz. Bir gün babası ile ormana oduna gitmişti. Babası onu kucağında getirdi. Ormanda fenalaşmış. Ondan sonra da düzelmedi ve artık o yok. Öldü.” dedi. “İlk başta rüyalar ile başladı. Her gece aynı rüyayı görüyordum. Ormandaydım. O da karşımda ancak hep yere bakıyordu. Orman zifiri karanlık. En ufak ses yok. Sadece karşı karşıyayız. Onun başı öne eğik ama suret onun sureti. Böyle devam ediyor. Sonra karşımdan kayboluyor. Arkama geçiyor ama onu göremiyorum. Kulağıma eğilip, rüzgardan gelen bir fısıltı gibi ‘ene be hibbek’ diyor. Her gece, bu sözü duyduğumda sanki bir rüzgar beni uyandırıyordu. Uyanıp sabaha kadar uyuyamıyordum. Bir gün hocama gelip anlamını sordum. Bu Arapça ‘seni seviyorum’ demekmiş dedi.

Betim benzim atmıştı bunu duyunca. “Sana aşkını söylüyordu yani!” dedim. “Evet.” dedi. “Peki, rüyalardan gerçeğe geçiş nasıl oldu?” “Bir gün yine aynı rüyayı gördüm. ‘Ene be hibbek’ cümlesiyle yine sanki biri uyandırdı beni. Ama farklı bir şey vardı. Saat gece yarısını geçmişti. Annemle babam uyuyordu. Her zamanki gibi sabaha kadar uyumamayı planlıyordum. Yine aynı kabusu göreceğim diye. Ancak bu sefer farklı bir şey vardı. Kapıdan ses geliyordu. Köyümüzde zaten az insan var. Bu saatte ses gelmesi imkansız ama geliyordu işte… Kapı çalması gibi değil… Bu onun sesiydi. Evet oydu: Beni çağırıyordu…”

“Dışarısı karanlık, ev karanlık ama o çağırıyordu… Gitmeliydim. O bana gelmişti. Gittim kapıya doğru. Kapıyı açtım. Kapının 10 metre uzağında, rüyalarımdaki gibi kafası yere bakar vaziyette bir heykel misali; en ufak bir kıpırtı olmadan duruyordu. Yanına gitmek istiyordum ve gidiyordum ağır ağır. Ağlıyordum; mutluluktan; o yaşıyordu. Nasıl olmuştu bu? Rüya değildi! Emindim olmadığına… O karşımdaydı. Yanına yaklaştım. Kafasını kaldırdım. Gözlerini ağır ağır bana çevirdi. Hayatımın en büyük korkusunu o an yaşadım!

BU İÇERİĞİ NE KADAR BEĞENDİNİZ?

Puanlamak için bir yıldıza tıklayın!

Ortalama değerlendirme 0 / 5. Oy sayımı: 0

Şu ana kadar oy yok! Bu gönderiye ilk oy veren siz olun.

Bu yazı sizin için yararlı olmadığı için üzgünüz!

Bu gönderiyi geliştirelim!

Bize bu yazıyı nasıl geliştirebileceğimizi söyleyin?

Keşfet

ParanormalHaber sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et

ParanormalHaber sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et