Şeytanı Racim, 2
“Tamam dostum; iç suyunu.” dedim. Koridorun ışığını yaktım. “Atakan! Mümkünse koridorun ışığını söndürme. Benim odanın ampulünde arıza var; az ışık veriyor.” dedim. Koridorun ışığının açık kalmasını istiyordum. Gittim odama. Sabah ezanı okunuyordu. Bitene kadar sigara içtim, düşündüm. 1-2 saat uyuyup, sabah işe gittim.
Düğün salonunda çalışıyordum. İş rahattı aslında. Öğrenci için parası da idare ederdi. Hatta bahşişlerle filan iyi bile sayılabilirdi. Benim aklıma girip “Çalışalım, burada kalalım, gitmeyelim memlekete…” diyen Atakan ise ancak evde, odasında vakit geçiriyordu. İşe filan gittiği yoktu. Eve gidince konuşacaktım Atakan’la. “Biz bu yazı; burada çalışıp, para biriktirmek için geçirecektik. Ama sen sürekli odandasın. Vaktine yazık!” diyecektim.
Neyse akşam oldu. O gece patron bırakmadı beni. Zengin bir ailenin düğünü varmış. İyi bahşiş verirlermiş. Benim de işime geldi açıkçası. Gece 01:00 gibi işten çıktım. Eve gidiyorum yürüyerek. Yarım saat filandı düğün salonunun bizim eve uzaklığı. Bu saatte otobüs yoktu. Yürüyerek eve gitmek zorundaydım… Sonunda eve varıp, kapıyı açtım. Yine ev karanlık… Nefret ederdim; evde birileri olsun, ışık açık olsun, ses olsun isterdim. Fobi mi dersiniz ne dersiniz bilmem ama bu da böyle bir huy bendeki.
Sonra içeri girip açtım ışığı. Gittim Atakan’ın kapısının önüne. Çaldım kapıyı. Yine önce ışığı, sonra kapıyı açtı. “Biraz konuşalım mı Atakan?” dedim. “Tamam. Odam dağınık şimdi. Sen salona git, ben geliyorum.” dedi. Gittim; salona oturdum. Geldi bu yanıma. “Bak Atakan! Ne haltlar çeviriyorsun bilmiyorum ama bu gittiğin yol yol değil. Ben senin aklına uyarak burada kaldım. 3 – 5 kuruş kazanayım diye. Ama sen çalışmayı bırak; odandan bile çıkmıyorsun. Bir de garip hallerin var. Tedirgin oluyorum senden.” dedim.
“Haklısın kardeşim. Bu aralar bazı sorunlarım var.” filan dedi. “Ne sorunu Atakan? Anlat; biz arkadaşız.” dedim. İşte ailesiyle arası iyi değilmiş, babası “Kocaman adamsın; git çalış oku. Bak millet hem çalışıp hem okuyor. Biliyorsun durumumuzu…” filan demiş. “Baban haklı Atakan. Ben de baban gibi düşünüyorum. Gün boyunca evdesin. Çalışmak için dışarı çıkmayı bırak; tuvalete bile çıkmayacaksın neredeyse odandan. dedim. “Tamam kardeşim. Yarın iş aramaya çıkarım o zaman.” dedi. “Tamam kardeşim. Sabah olunca beraber çıkarız evden.” deyip, uyumaya gittik.
Benim aklımda da; o iş aramaya gidince odasına girip, nelerle uğraşıyor görmek vardı. Merak ediyordum neler yaptığını. Dün gece rüyama bile girmişti. “Rüyamda onu görmem tesadüf mü? Odasından gelen sesler ve dumanlar neydi?” çok merak ediyordum. Sabah beraber çıktık bununla. Yolda ayrıldık. Ben düğün salonuna gittim, bu iş aramaya gitti. İşyerinde biraz temizlik filan yaptıktan sonra patrondan izin istedim bir kaç saatliğine. Sağ olsun; verdi.
Hemen işyerinden çıkıp, eve doğru koşmaya başladım. Atakan evde yokken odasında nelerle uğraşıyor artık öğrenecektim. Adam hiç odadan çıkmıyordu çünkü. Eve vardım. Kapıyı açıp, içeri girdim. Evde ses seda yok. “Aha! Atakan daha gelmemiş.” dedim. İçimde bir korku vardı. Açtım odasının kapısını, içeri girdim. Yatağı düzenli, odası derli topluydu. İlk etapta hiçbir ilginç şey gözüme çarpmadı. Sonra yatağının altına doğru hafiften eğildim. Bir zincir gözüküyordu. Bir kolyenin zinciriydi bu. Çektim aldım elime. Yuvarlak bir kolye idi.
Kolyenin içini açtım. Atakan’ın resmi vardı içinde. Ancak gözleri kesilmiş ve yerlerine iki tane mavi boncuk konulmuştu. “Bu ne lan?! Bir insan kendi resmini niye kolyede taşır? Ayrıca gözlerini kesip, niye iki tane mavi boncuk yerleştirir?” diye hayıflandım. Hemen aklıma gördüğüm rüya geldi. Nedensiz yere bağlantı kurdum aralarında. Rüyamda; Atakan bana, masmavi gözleriyle öfkeyle bakıyordu.
Kolyeyi aldığım yere koyarken yatağın altında onlarca mum gördüm. O an anladım ki bu adam bir şeyler çeviriyordu. Artık emindim. Hemen çıktım evden. Artık “Gece nerede kalırım?” diye düşünüyordum. Bu; ne olduğu belirsiz insanla aynı evde kalamazdım. Bu düşüncelerle işyerine gittim… Akşam yine olmuştu ve ben yine eve gitmek zorundaydım maalesef. Vardım eve. Atakan evdeydi. Bu sefer odasının ışığı açıktı. Gittim odama. Hiç yanına uğramadım. Bu sefer Atakan benim kapımı çaldı. Açtım.
Bana merhaba filan demeden direkt “Neden odama girdin? diye sordu. Öyle bir bakışı vardı ki bana; 10 saniye kadar dondum kaldım resmen. “Ben girmedim dostum. Akşama kadar işteydim.” dedim. “Yalan söyleme! Bana söylediler. Söyle bakalım niye girdin odama? dedi. “Kim söyledi? Ne diyorsun sen? Ben girmedim odana!” filan dedim. “Bak, odama girdiğini biliyorum. Ancak bir daha odama girersen buna pişman olursun! dedi.
“Ne diyorsun?! Ne yapacaksın, söyle?!” dedim. Gülümsedi sadece. O nefret gitmiş, yerine; alaycı biri gelmişti sanki. “Sadece beni rahat bırakmanı istiyorum.” dedi. O gülerek söylüyordu belki ama bende aşırı bir korku oluşmuştu. Sonra dönüp arkasını çekip gitti. Odamın kapısını kapatıp düşünmeye başladım. Kim söylemişti ona odasına girdiğimi? Neden bu kadar aşırı tepki vermişti acaba?..
Yatağa uzandım. Bu düşüncelerle uyuyakalmışım. Gece yarısı uyandım. Susamıştım yine. Su doldurdum sürahiden. Bu sefer doluydu. Gece bir uyanırsam tekrar uyuyamıyorum. Bir de böyle biriyle aynı evde olunca tekrar uyumaya da korkuyor insan. Işığı açtım. O zaman laptopum yoktu. Atakan’ın kötü bir laptopu vardı odasında. Bir de ortak kullandığımız masaüstü bilgisayar var salonda. Onu da bu saate gidip kullanmam yani.
Sigara yaktım direkt. Işık açık sigara içiyorum. Kapıyı tıklattı birisi. Açtım; kimse yok. “Atakan?!” diye seslendim; ses seda yok. Emindim; kapıyı biri tıklatmıştı. Yani uyku sersemliği yoktu üzerimde. Uykum açılmıştı. Odamın kapısını açıp, biraz koridorda yürüdüm. “Atakan!” diye daha sesli bağırdım. Yine ses yok. Geri dönüp odama girdim. Kapattım kapıyı. İçeride bir sigara daha yaktım. Yine kapı tıkladı… Bu sefer bir ses geldi. yaşlı bir kadın sesi sanki “Kapıyı aç!” dedi.
Kafayı yemek üzereydim… Korkarak açtım kapıyı. Kimse yoktu. Cep telefonumu aldım Atakan’ı arıyorum. Adam 10 metre ilerde ama telefon ediyorum işte. Odasına gitmeye korkuyorum. Açtı telefonu ses yok. “Alo.” dedim ses yok. “Ulan konuş!” dedim yine ses yok. “Yeter artık lan!” diye bağırdım. “Bir daha odama girme!” dedi, kapattı telefonu. Sabaha kadar oturdum. Sabah ağzını yüzünü dağıtacaktım. Neyse; sabah oldu, kalktım. Doğruca odasına gittim. Kapısını çaldım.
Açmadı ilk önce. Sonra ben açmaya çalıştım. Kilitliydi kapısı. 10 saniye sonra açtı kapıyı. “Ulan ne istiyorsun benden?! Neler yapıyorsun sen?! Gece gelip kapımı tıklatıyorsun, sonra yaşlı bir kadın sesi çıkartıyorsun, senin amacın ne?!” dedim. “Ben yapmadım kardeşim. Uyuyordum o sırada. Sen kabus görmüşsündür. İstersen seni psikoloğa götüreyim.” dedi. O an cep telefonumu gösterdim. Telefona baktı. Gece aramışım; arama kaydı var, 10 saniye konuştuğumuz görünüyor.
Gözlerinin içine baktım. O da bana baktı. Yüzündeki o şaşırmış, yardımsever ifade gitti, sonra gülmeye başladı. “Ne gülüyorsun ulan?!” diye bağırdım. “Sen nesin, kimsin, bunu niye yapıyorsun?!” dedim. Hiçbir şey demeden gülüyordu… Telefonun alarmıyla uyandım. Yine kabus görmüştüm. Kan ter içindeydim. Sürahiyi kafama diktim. Artık iyiden iyiye psikolojim bozulmuştu. Rüya ile gerçeği yaşıyordum aynı anda.