İçeriğe geç

Şeytanı Racim

Şeytanı Racim, 14

Biz çağırdığını tekrardan gönderdiğini düşündük. Sadece adamın yüzüne baktık. O sırada ayna ince bir şerit halinde çatladı. Adamın elleri istemsizce hareket ediyordu. Sanki içinde biri vardı ve kollarını omuzlarının arkasına götürüyor gibiydi. Oturduğu yerden yere düştü. Kaskatı kesilmişti. Kolları omuzlarının arkasına gidiyor içinden biri ızdırap veriyordu. Çenesi öyle  kilitlenmişti ki dişlerinin gıcırtısı duyuluyordu.

Adam birden çığlık atmaya başladı. Alnında görünmez bir el, küllerle bir şey yazıyordu. Ağır ağır ve derinden yazıyordu çünkü çığlıklar bunu gösteriyordu. Ama o kadar derinden bir çığlıktı ki bu derece pislik bir adama dahi acıyorsunuz o anda. Biz çoktan okumayı kesmiş, olanları izliyorduk. Alnına yazdığı şey bitince gölgeler kayboldu, rüzgar yok oldu sanki. Kalkıp hemen ışığı açtım. Adam yerde hareketsiz yatıyordu. Atakan benden daha çok korkmuştu zira alnında yazan şeyi okuyordu. Biliyordu Arapçayı, yazılan şey de Arapçaydı.

Atakan’a baktım. Adamın anlındaki yazıyı okuyordu. Ağzından çıkan kelime “ke-fe-re” idi. Ambulansı aradık. Kriz geçirmiş adam. İlk müdahaleyi yaparken hemşire “Bu yazı nedir?” dedi adamın alnını göstererek. “Bilmiyoruz. Tanıdığımız olur. Ziyarete geldiğimizde böyleydi.” dedik. Islak mendil ile sildi adamın alnını. Bildiğin kül idi. Hastaneye götürdüler oradan. Yaşıyordu ancak o günden sonra düzelemedi. Ruh ve sinir hastalıkları hastanesindeydi en son. Hala orada mı bilmiyorum. Belki de yaptıklarının cezasını çekiyordu.

Bu karmaşanın ardından, çağırdığımız şerlinin hala gidip gitmediğini bile bilmiyorduk. Ne kadar nefret etsem de Atakan’a ihtiyacım vardı. Oturduk konuştuk. Son çare kalmıştı.. Her ne kadar bir insan öldürmek kadar günahsa da cinleri öldürmek yine de öldürecektik. Ama bu sefer Atakan’ın lafıyla hareket etmiyordum. Atakan’a, cinlerin çocuğunu ne zaman öldürdüğünü sordum. Kitapta bir ayin varmış, “… çocuğu öldürürsen onları kendine köle yaparsın” diye. Bu Atakan da hırsla onlardan birinin çocuğunu çağırmış. Sonra öldürmüş. Ama ters tepmiş. Ters tepmemesi imkansızdı zaten…

O zaman da düşünüyordum hala da düşünüyorum; bunlar tuzak bence. Hırs uğruna insanın hayatını zehir eden şeyler. Onlarla baş etmek zordu çünkü. Atakan, hırsları uğruna bunca belaya sebep olmuştu. İçten içe ona olan nefretim yüzüne her bakmamda katlanarak artıyordu. İlk yaptığı ayini tekrar yapacak, onları çağıracak ve öldürecektik. İsimlerini biliyorduk.

Bütün bunları konuşurken telefonum çaldı. Arayan babamdı. Dedemgilin köydeki evin alt katı ve ahırı yanmış. Ölen yoktu ama evin çoğu harap olmuş. “İstersen köye bir gel oğlum.” dedi. Atakan’ı buldum; bu sefer kaçırmazdım elimden. Onu da yanıma alıp köye gittim. Hiç hoş karşılamadılar beni. Evin üst katında pek zarar yoktu ancak alt kat ve hemen bitişikteki ağıl bayağı yanmış, harabe olmuş.

Vardığımızda; üst katta dedem, babaannem, annem ve babam oturuyorlardı. İçeri girince dedem yüzüme dahi bakmadı. “Hoş geldin” bile demedi. Babaannem de gözlerini yere dikmiş, halının desenini süzüyordu. Kısacası benim orada olmamın ve yaşadıklarımın; dedemin de babaannemin de umurunda olduğu söylenemezdi. Yanan evlerine üzülüyorlar, suçlu olarak da beni görüyorlardı. Dedem yüzüme baktı “Bize zarar veriyorsun.” dedi. Başkalarının yaptıkları neyse de öz dedemin böyle demesi çok üzmüştü beni.

“Ne yaptım ben dede? Bilerek isteyerek sana ne zararım oldu şu yaşıma kadar?” dedim. “Ev senin yüzünden yandı. Onları başımıza topladın. Uğursuzluk getirdin.” dedi. Yangın da şöyle çıkmış: Dedem inekleri yemlemeye gitmiş. Babaannem o sırada mutfakta kahvaltılık hazırlıyormuş. Mutfağın kapısında dedemi görmüş. Dedem gözlerini yere dikmiş, ayakta duruyormuş öylece. Babaannem bakmış dedeme “Ne istiyorsun?” demiş. Dedem hiç konuşmamış. “Konuşsana efendi! Niye tuhaf tuhaf dikiliyorsun orada?” demiş. Dedemin babaanneme bakmasıyla, babaannemin çığlığı köyü inletmiş. Gözlerinin içi alev gibi kıpkırmızıymış!

Bunu görünce babaannem direkt ayaklarına bakmış dedemin. Dedemin ayakları tersmiş. O görüntüyle korkusu daha da artmış. Dili tutulmuş. Çığlığı duyan dedem, ağıldan koşmuş gelmiş. Babaannem kekeliyormuş ne olduğunu anlatmaya çalışırken. Tam bu sırada ağıl, alev almış. Yangın oradan eve sıçramış. Ancak ikinci kata sıçramadan söndürmüşler. Bunun suçlusu olarak beni görüyorlardı. Bana destek vereceklerine, zaten psikolojisi altüst olmuş birine, iyice ağır bir yük yüklüyorlardı.

Dedemin tavırları, söylediği sözler, babamın da ağırına gitmişti ama belli edemiyordu. O yaşına kadar saygısızlık yapmadığı babasına o anda ses etmedi. Sadece “Baba, çocuk arkadaşıyla gelmiş. Biz eve gidelim. Sığmayız şimdi buraya. Yarın yine geliriz.” dedi. Bunun bahane olduğu belliydi. Yoksa koca eve bir yatak fazla sersek de sığardık. Annem, babam, ben ve Atakan eve vardık. Annem sağ olsun; ben evde değilken odamı temizlemiş. Ancak yangının izleri yine belliydi. Boyanması lazımdı odanın.

Atakan’la ben bizim odaya geçtik. Annem yatmadan yanımıza geldi. Elinde o baş belası kitap vardı. “Oğlum, odanda bulduk. Dışındaki sayfası kararmış ama kitap sağlam. Odanın köşesindeydi. Ne kitabı bu böyle?” dedi. Atakan da ben de şok olduk. Kitabın o yangından sağlam çıkması imkansızdı. Hemen kitabı annemin elinden aldım. Diyecek hiçbir şey bulamadım. Kitap elimde anneme bakarken, bir taraftan ne söylesem diye düşünüyordum.

O sırada Atakan imdadıma yetişti “Benim büyük dedemden kalma bir günlük. İncelemesi için verdim.” dedi. İlk defa işe yaradı şerefsiz. Nedense kitabı görünce Atakan’ın gözleri iyice parlamıştı. Zaten olmayan güvenim onun gözlerindeki kitaba karşı olan hayranlığı gördükçe daha da azaldı. Belki kitap işimize yarardı; onları yok etmek, daha doğrusu öldürmek için. Daha kuvvetli şeyler olabilirdi içinde, kim bilir…

Annem iyi geceler diledikten sonra çıktı odadan. Biz hemen kitabın içini açıp, sayfalarını incelemeye başladık. Gayet sağlamdı. Bu da onların işi miydi hiçbir zaman öğrenemedim. Zaten bu kadar eski bir kitabın bu zamana kadar gelmesi de zor bir şeydi. Demek ki birileri kitaba bir şey olmasını istemiyordu. Dikkatimi çeken şey; Atakan’ın, direkt bana bahsettiği sayfayı açmasıydı. Kitabın üstüne elimi koyup “Birader, aklından ne geçiyorsa sonra yap. Buraya beni bunlardan kurtarmaya geldik. Benim işimi hallet sonra kitabını da al ne yapacaksan yap. Onlara mı katılırsın, namaza mı başlarsın bilmem ama bu kez beni karıştırma.” dedim.

“Direkt bul şu sayfayı, çağırıp öldürelim.” dedim. Şu an belki korkunç geliyor size ancak zaten her günü korkunç ve onlarla geçen biri, onlardan kurtulmak için her türlü şeyi yapardı zaten. Atakan 28. sayfayı açtı. Şekiller vardı; onları bir kağıda çizdi. Yine büyük bir boy aynası, mumlar -fakat bu sefer hepsinden farklı olarak hepimizin günlük hayatta kullandığı türden- da vardı. Artık onlardan kurtulmayı, normal hayatıma, üç ay önceki mutluluğuma dönmeyi dört gözle bekliyordum…

Salona gittim. Annemle babamın odalarında uyuduğunu düşünerek, çekmeceden mumları aldım. Annemin odamdan kaldırdığı boy aynasını tekrardan koliden çıkarıp odama götürürken annem kalktı. Artık en ufak şeyde iyi miyim diye beni kontrol ediyorlardı. “Ne yapıyorsun oğlum? Niye uyumadın?” dedi. “Artık iyiyim anne. Aynamı filan geri koyacağım.” diyordum iyi olacağımı umarak. Böyle bir bahane bulmuştum o anda. “Tamam da oğlum, gece gece derdin neydi?” dedi. Aynamı filan geri asınca, daha iyi hissedeceğimi söyledim.

Sayfalar: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23

Soru sor, cevap yaz, yorum yap, kendi hikayeni anlat... Burası senin; istediğini yazabilirsin.