Şeytanı Racim

Şeytanı Racim isimli yerli, uzun korku hikayesinin orijinal halinin tamamını buradan okuyabilirsiniz: Bazı iddialara göre bu hikaye çalınıp, senaryolaştırılarak Şeytan-ı Racim filmi çekilmiş.

Şeytanı Racim isimli bu yerli, uzun korku hikayesi, bilindiği kadarıyla ilk olarak bir sözlük sitesinde yayınlanmış. Söylentilere göre Quantum takma isimli bir yazara aitmiş. Lakin yazar hikayesini tamamlayamadan, hikayesinin çalındığı iddia ediliyor. Yine aynı iddiaya göre çalınan hikaye senaryolaştırılarak Şeytan-ı Racim filmi çekilmiş. O günden sonra ise bu yazardan haber alınamadığı da söylentiler arasında.

Şeytanı Racim isimli bu uzun korku hikayesi aynı isimli film ile pek çok paralellik taşıyor. Ancak film, gerçekten de iddia edildiği gibi bu hikayeden esinlenilerek yapıldıysa bile birazdan okumaya başlayacağınız söz konusu hikaye kesinlikle filminden daha iyi. Daha sürükleyici ve bilhassa finalde bariz farklar var. Ha; hikayenin finali kesinlikle filminkinden daha iyi; söylemeden geçemeyeceğim.

Şeytanı Racim, 1

Üç sene önce, Temmuz ayıydı. Ortalık yine cayır cayır yanıyordu. Vantilatörü kendime çevirip, ölü gibi koltuğa yayılmış, televizyon izliyordum. Üniversite 1. sınıfı yeni bitirmiştim. Keyfim yerindeydi. Kendime bakıyordum. Saçı uzatmış, top sakal bırakmıştım. O yazki planım; tatilimi memlekette geçirmekti. Lakin ev arkadaşım olan Atakan, ikimizin de maddi durumunun iyi olmaması sebebiyle üniversiteyi okuduğumuz şehirde kalıp, çalışmak konusunda beni ikna etmişti.

Ev arkadaşım Atakan’ı tanıyalı 1 yıl dahi olmamıştı ama kırk yıllık dost gibi olmuştuk onunla. Nasıl aynı eve çıktığımızı da anlatayım sizlere… Devlet yurdunda kalıyordum. Atakan’la, aynı odadaydık. Atakan’dan başka iki kişi daha vardı ama biz onunla iyi anlaştık eve çıktık sonra. Aslında her şey bu yanlış kararı vermemle başlamıştı… Devlet yurdunda o kadar iyi, o kadar dürüst olan bu adam, meğerse çok başka taraklarda bezi olan, hayallerimden bile ötede ilimlerle uğraşan biriymiş… 

Onunla aynı eve çıkalı; geceleri tuhaf rüyalar görmeye başladım. Ama nedeninin o olduğunu anlayamadım ilk zamanlar… Herneyse; okul biteli bir ay olmuştu. Temmuzun ilk haftasıydı. Alttan dersim kalmadığı için rahattım tabii… Aileme söyledim “… İşte böyle böyle; iş buldum burada. Gelmeyeceğim bu yaz.” diye. Eve de okul bitince çıkmıştık yani yani aydır aynı evde kalıyorduk. Bir ay boyunca gece gördüğüm rüyalar hariç, hiçbir anormal durumla karşılaşmadım.

Rakı içiyorduk her gece. Havadan sudan muhabbetler ediyorduk, dertleşiyorduk… Ancak bu bir ay sonunda henüz ne olduğunu kendimin bile anlayamadığım bir gariplik hissediyordum. Açıklayamadığım kötücül bir his vardı içimde. Hislerimde yanılmadığımı; bir gece tuvalete kalktığımda anladım… Yatmadan bununla bira içmiştik. Kafam hafif güzeldi. Gidip yattım. Gece kalktım. Acayip susamışım ve acayip de sıkışmıştım.

Tuvalet koridorun sonundaydı. Arkadaşımın odası, tuvaletin sol tarafına düşüyordu. Benim odamsa koridorun diğer ucunda idi. Çıktım; uyku sersemliği ile koridorda ilerliyorum tuvalete doğru. Baktım sol taraftan sesler geliyor. Arkadaşımın kapısının altından duman çıkıyordu. Kapıyı tıklattım. Ses gelmedi. Daha yüksek sesle tıklattım yine ses yok. Bunun üzerine kapıyı kendim açtım. Arkadaşım uyuyordu. “Kalk lan! Ne oluyor burada?! Ne yakıyorsun?!” diye bağırdım. Kalktı “Ne yakması?! Ne diyorsun sen?! dedi.

“Bunu benim sana sormam lazım. Kapının altından duman çıkıyordu!” dedim. “Uyku sersemliğiyle yanlış görmüşsündür kardeşim…” filan dedi. Ben de uzatmadım ama bayağı korkmuştum ve kapının altından da bayağı duman çıkmıştı… Sonra tuvalete gidip, ihtiyacımı görüp, yatağıma döndüm. Sabah geç kalktım. Pazar günüydü çünkü. O gece rüya görmemiştim. Atakan benden önce kalkmış, çayı filan demlemişti. Ben de peynir filan çıkarttım dolaptan. Çayı getirip masaya koydu. Sadece “Günaydın.” dedi. Hiç konuşmadık kahvaltıya oturana kadar.

Oturduk masaya. Bunda bir haller var… Yani nasıl desem; bana ara ara kaçamak bakışlar atıyordu ama böyle nefret dolu bakışlar. Atakan’a “İyi misin?” diye sordum. “İyiyim.” dedi sadece. O geceki olay aklıma takılmıştı. O dumanları ve duyduğum garip sesleri sordum ama yine bilmediğini söyledi. “Belki bilgisayar açık kalmıştır. Sesler ondan gelmiştir.” dedi. Bu beni daha da büyük bir meraka sevk etti. Çünkü akşam odasında bilgisayar açık değildi. Odanın içi kapkaranlıktı… Hem o dumanlar bir şey yakmadan asla tütmezdi.

“Bugün ne yapacaksın Atakan?” dedim. Atakan da “Odama çekilir, dinlenirim büyük ihtimalle.” dedi. “Tamam” dedim, dışarı çıktım. Arkadaşlarla sahilde takıldık biraz. Gece saat 23:00 gibi eve gittim ki kabus başlıyordu artık… Kapıyı açmamla şok olmam bir oldu! Bütün odaların lambaları sönük, koridorda mumlar yanıyordu. Işığı açtım. Hemen bunun odasının önüne gittim. Kapıyı çaldım. Önce ışığı sonra kapıyı açtı.

“Bu mumlar ne oğlum?! Evi mi yakacaksın?!” dedim. “Ya kusura bakma kardeşim. Elektrikler kesilmişti. Yanık unutmuşum mumları.” dedi. Zaten ona karşı içimde bir şüphe vardı. İyice ondan tırsar olmuştum. Hiç uzatmadım. Odama çekildim. Bir sigara yaktım. Tavana bakıp olanları düşünmeye başladım. “Acaba bu son günlerde olanlar neydi?” Böyle olaylardan tırsmam normaldi. Yani eve gelip karanlık bir evde yanan mumlar görünce gerçekten ürperiyor insan.

Daha onun öncesinde; adamın odasından sesler geliyor, kapının altından duman gibi bir şey çıkıyordu. Kapıyı çalınca adam yeni uyanmış gibi kalkıyor… Yani artık işi bırakıp memlekete mi dönsem, gelince de bu evden ayrılsam mı diye düşünmeye başlamıştım ama kendime cesaret veriyordum “Tesadüf bu olanlar.” diyordum… Her neyse; o gece tavana bakarken uyuya kalmışım.

Uyandığımda sabah olmuştu ancak üzerimde bir ağırlık vardı. Kalkıp pencereden dışarı baktım. Hava kızıldı ancak ilginç bir şey vardı. Güneş gözükmüyordu. Sadece iç bunaltan bir kızıllık vardı. Sokaklar bomboştu. Biraz daha yatayım deyip arkamı dönmemle Atakan’ı o masmavi gözleriyle bana bakarken ve ayakları ters bir halde görmem bir oldu. Ancak yüzü görünmüyordu. Sadece bana baktığını ve masmavi gözlerini görebiliyordum. Olduğum yerde bayılır gibi olurken uyandım. Kan ter içinde kalmıştım. Hayatımda böyle bir kabus görmemiştim. Evet çok kötü bir kabus görmüştüm.

Saat gece 04:30’du ama sanki yıllardır uyuyor gibiydim. O anki çaresizliği anlatmak çok güç. Sadece oturup kaldım yatağa. Bir yandan da kendime cesaret vermeye çalışıyordum. Bu zamana kadar dinlediğin korku hikayelerinden, izlediğim korku filmlerinden dolayı böyle bir kabus gördüğümü, yaşadıklarımın; bilinçaltımın bana oynadığı bir oyundan ibaret olduğunu filan söylüyordum.

Her zaman odamda su bulundururdum. Baktım; sürahi boşalmış. Işığı açtım. Su almaya mutfağa gidecektim ancak böyle bir kabustan sonra mutfağa gitmeye dahi korkuyordum. Aldım sürahiyi. İlerliyorum karanlık koridorda. Işık açma düğmesi koridorun diğer ucunda… Yani benim odamdan evin diğer bölümlerine gitmek için o koridordan geçip, daha sonra ışığı yakmak gerekiyordu. Odamın kapısını açık bıraktım. Koridoru biraz aydınlatsın diye. Hızlı adımlarla mutfağa doğru gidiyorum…

Nihayet mutfaktaydım. Musluğu açtım. Suyu dolduruyorum. Bir taraftan da musluğa kızıyorum “Niye bu kadar az akıtıyorsun? diye. Sürahi doldu. Musluğu kapatıp arkamı dönmemle Atakan’ı karşımda görmem bir oldu. Sürahi yere düştü. Betim benzim atmıştı. “Ne oldu kardeşim? Kusura bakma korkuttuysam.” filan dedi. “Önemli değil birader ama ses vermeden niye geliyorsun gecenin köründe? diye buna biraz atar yaptım. “Ya, işte susadım da kalktım…” filan diyor. “Nasıl da sessizce; yılan gibi ne ara geldin arkama da bekliyorsun?” diyorum içimden.

Keşfet