H. P. Lovecraft, Picman’in Modeli, 4
Bak, Eliot, ben sokaktaki adamın ‘sıkı’ diye nitelediği adamlardanım ama itiraf ederim ki odanın duvarlarında gördüğüm şeyler beni kötü etti. Bunlar resimlerdi. Hani şu Newbury Caddesi’nde yapamadığı hatta kimselere gösteremediği resimler. Dduygularına serbestçe yol verdiğini söylerken çok haklıymış. Bir içki daha alsana. Benim buna kesin ihtiyacım var. Neye benzediklerini sana anlatmaya çalışmamın yararı yok. Çünkü küfür niteliğindeki korkunç dehşet, inanılmaz iğrençlik, ahlaki iflas sözcüklerin ifade etmede son derece yetersiz kalacağı basit ayrıntılarda, üslupta gizliydi.
Bu üslupta, Sidney Sime’da gördüğün egzotik teknikten, Clark Ashton Smith’in insanın kanını dondurmak için kullandığı Satürn ötesi manzaralardan ay mantarlarından eser yoktu. Arka plan çoğunlukla eski kilise avluları, koyu gölgeli korular, deniz kıyısındaki uçurumlar, tuğla tüneller, eski tahta kaplı odalar veya basit taş kemerlerdi. Evden çok uzak olmaması gereken Copp’s Hill mezarlığı en gözde manzaralardandı.
Delilik ve canavarlık, ön planda yer alan figürler deydi. Çünkü Pickman’in marazi sanatı esas olarak şeytani portrelerin çizimine dayanan bir sanattı. Bu figürler insana nadiren tam olarak benziyor, genellikle çeşitli derecelerde yaklaşıyordu. Kabaca iki ayaklı olarak tanımlanabilecek gövdeler, ileri doğru kendilerini bırakmıştı ve az çok köpeği andırıyorlardı. Çoğunun bünyesi nahoş bir lastikmiş izlenimi veriyordu. Ööö! Şimdi bile gözlerimin önüne geliyor! Ne yaptıklarına gelince… Bu kadar ayrıntıya girmemi benden isteme.
Genellikle beslenmekle meşguldüler. Neyle beslendiklerini söylemeyeceğim. Bu yaratıklar bazen mezarlıklarda veya yeraltı geçitlerinde gruplar halinde gösterilmişlerdi. Ve sık sık avları; daha doğrusu defineleri üzerinde kavgaya tutuşmuş oldukları görülüyordu. Ve Pickman leş üleşmekte olan bu bakışsız suratlara bazen öylesine lanetli bir ifade konduruyordu ki sorma! Bazı resimlerde, yaratıklar geceleyin açık pencerelerden içeri atlarken ya da uyumakta olan insanların göğsüne çökmüş gırtlaklarını parçalarken görülüyordu. Tuvallerden birinde yaratıklar, Gallows Hill’de asılmış, cansız suratı kendilerine benzeyen bir cadının etrafında halka olmuş ulurken resmedilmişti.
Bu yaratıkların uğraştıkları iğrenç şeyler ve resimlerin temaları yüzünden düşüp bayıldığımı sanma. Dünkü çocuk değilim ben. Benzerlerini çok görmüştüm. Bayılmama yol açan şey suratlardı Eliot. Soluk alıp verdikleri tuvalden, ters ters bakan, salyaları akan suratlardı! Onların canlı olduğuna gerçekten inanıyorum. Bu mide bulandırıcı büyücü renklerdeki alevi uyandırmıştı. Fırçası karabasanlar yaratan bir sihirli sopa olmuştu. Şu sürahiyi bana uzatsana, Eliot!
‘Ders’ adlı bir tablo vardı. Onu gördüğüm için Tanrı’nın merhameti üzerime olsun! Dinle; bir kilise avlusunda halka halinde çömelmiş, köpeğe benzer adsız yaratıkların küçük bir çocuğa kendileri gibi beslenmeyi öğretişini gözünün önüne getirsene bir! Cinlerce kaçırılan küçük bir çocuk, zannımca çaldıkları insan bebeklerinin beşiğine kendi yavrularını bırakan acayip yaratıklarla ilgili eski söylenceyi bilirsin. Pickman, bu çalınan bebeklere ne olduğunu, nasıl büyüdüklerini gösteriyordu. Sonra insan figürlerle insan olmayan figürlerin yüzleri arasındaki iğrenç ilişkiyi görmeye başladım. Pickman, gerçekten insan olmayandan insanlığın en yoz aşamasına kadar bütün marazi dereceler arasında alaycı bir bağ kuruyor, evrimini gözler önüne seriyordu.Köpek şeyler insandan evrimleşmişti.
Bu yaratıkların insanoğlunun yanına bıraktıkları kendi yavrularına ne olduğunu merak etmeye başlamıştım ki bu düşünceyi somutlaştıran bir resim gözüme ilişti. Bu tabloda püriten bir ailenin oturduğu bir oda resmedilmişti. Kafesli pencereli, hantal 17. yüzyıl peyke ve mobilyalarıyla döşenmiş, kalın kirişlerle desteklenmiş bir oda. Ailenin diğer üyeleri orada burada otururken, babaları kutsal kitap okuyordu. Biri dışında bütün yüzlerde asalet okunuyor; o yüz ise cehennemin alaycılığını yansıtıyordu. Bu genç yüzün, o dindar adamın sözde oğluna ait olduğu kuşkusuzdu. Aslında o murdar şeylere akrabaydı. İnsanlara bıraktıkları yavruydu. Üstün bir ironi duygusuyla Pickman, yüz hatlarını belirgin bir şekilde kendine benzetmişti.
Bu arada Pickman bitişik odada bir lamba yaktı. Geçmem için kapıyı kibar bir tavırla açık tutarak, ‘çağdaş çalışmalarını’ görmek isteyip istemediğimi sordu. Ona fikrimi belirtecek durumda değildim. Korkudan ve tiksintiden dilim tutulmuştu. Ama sanırım o beni tamamen anladı ve bunu kendisine yapılmış bir iltifat kabul etti. Ve şimdi seni yeniden temin etmek isterim ki Eliot, ben alışılmışın azıcık dışına çıkıldığını görünce yaygarayı basacak ana kuzusu değilim. Orta yaşlı ve yeterince görmüş geçirmiş biriyim ve sanırım benim kolayca yere serilecek biri olmadığımı anlayacak kadar beni Fransa’dayken tanımışsındır.