Pickman’in Modeli
Howard Phillips Lovecraft‘ın (H. P. Lovecraft) Picman’in Modeli isimli korku hikayesinin tamamını buradan okuyabilirsiniz:
Pickman’in Modeli, H. P. Lovecraft tarafından Eylül 1926’da yazılmış ve ilk olarak Weird Tales dergisinin Ekim 1927 sayısında yayımlanmış kısa bir korku hikayesidir.
H. P. Lovecraft, Picman’in Modeli, 1
Deli olduğumu düşünmemelisin Eliot. Birçok kişinin bundan da garip önyargıları var. Oliver’ın otomobile binmeyen dedesine niçin gülmüyorsun? O lanet olası metroyu sevmiyorsam, bu benim bileceğim bir iş. Hem buraya taksiyle daha çabuk geldik. Metroyla gelseydik, Park caddesinden tepeye kadar tırmanmak zorunda kalacaktık.
Beni geçen yıl son defa gördüğün zamankinden daha sinirli olduğumu biliyorum. Ama bunun için sürekli olarak beni klinikle tehdit etmen gerekmez. Allah biliyor ya sinirli olmam için bir dünya sebep var ve ben aklım başımda olduğu için kendimi şanslı sayıyorum. Bu işkence gibi sorgu da neyin nesi oluyor? Eskiden bu kadar çok sorgulayıcı değildin.
Pekâlâ, duymak istiyorsan, bana göre hava hoş. Belki de bilmen gerekiyordur. Ne de olsa Sanat Kulübü’nü asmaya ve Pickman’den uzak durmaya başladığımı duyduğundan beri sürekli olarak bana acılı bir ebeveyn gibi yazıp durdun. Bugün, o ortalarda olmadığından, zaman zaman kulübe uğruyorum ama sinirlerim artık eskisi gibi değil.
Hayır, Pickman’in ne olduğunu bilmiyorum ve bir tahminde de bulunmak istemiyorum. Onu terk ettiğimde iç yüzünü öğrenmiş olduğumu tahmin etmişsindir. İşte bu yüzden, nereye gitmiş olabileceğini düşünmek istemiyorum. Bırakalım da polis ne yapacaksa yapsın. Peters adıyla North End’de kiraladığı evi bile bilmediklerine bakarsak, bulacakları da yok ya. Orayı, benim bile yeniden bulabileceğimden emin değilim. Gün ışığında bile, hayatta böyle bir şeye kalkışmam! Evet, niçin orada kalmaya devam ettiğini biliyorum ya da korkarım ki biliyorum. Şimdi bu noktaya geliyorum. Ve sözlerimi bitirdiğimde, sanırım bunları polise neden anlatmadığımı anlayacaksın. Polis, kendisine yol göstermemi isteyecekti. Ama yolu bilsem bile tekrar oraya dönemezdim. Orada bir şeyler vardı ve şimdi metroyu kullanamıyor, (buna da gülebilirsin) mahzenlere inemiyorum artık.
Pickman’le arayı Dr. Reid, Joe Minot ya da Rosworth gibi huysuz kocakarılarla aynı aptalca nedenlerle açmamış olduğumu sanırım biliyorsundur. Marazi sanat beni iğrendirmez. Bir insan Pickman’inki gibi bir dehaya sahipse ne yönde sanat yaptığına aldırış etmeden onu tanımaktan şeref duyarım. Richard Upton Pickman’den daha büyük bir ressam çıkmamıştır Boston’dan. Bunu ta başında söyledim, hâlâ söylüyorum ve ‘Gulyabaninin Beslenmesi’ adlı tablosunu gösterdiğinde de bu yargım şuncacık değişmedi. Bu iş, anımsayacağın gibi Minot’nun onunla selamı sabahı kestiği zaman oldu.
Bildiğin gibi Picman’inki gibi eserler verebilmek derin bir sanat anlayışını ve doğanın derinlemesine kavranmış olmasını gerektirir. Ucuz dergilere kapak çiziktiren yeteneksiz bir ressam, boyaları çılgınca sağa sola sıçratıp buna karabasan resmi, Cadıların Sabbatı veya şeytanın portresi diyebilir. Ama sadece gerçek bir ressam, insanı korkutacak ya da etkileyecek bir şey yaratabilir. Bunun nedeni, dehşetin gerçek anatomisini ya da korkunun fizyolojisini –korkunun gizil güdülerini veya kalıtsal anılarını, uyur durumdaki acayiplik duygusunu uyandıracak uygun renk kontrastlarıyla ışık efektlerini yaratacak çizgileri ve orantıları- sadece gerçek bir ressamın bilmesidir.
Ucuz bir hayalet hikayesi dergisinin kapağı bizi sadece güldürürken, niçin bir Fuseli resminin bizi sahiden korkuyla titrettiğini sana anlatmamın herhalde gereği yok. Bu adamların -hayatın ötesinden- kavradığı ve sanatlarına yansıttıkları bir şey var. Bizim bunu sadece bir anlığına görmemizi sağlayabiliyorlar. Dore bunu kavramıştı. Sime kavramış durumda. Chicago’lu Angarola kavramış durumda. Ve Pickman de daha önce hiç kimsenin kavramadığı ve -inşallah- bir daha da kavrayamayacağı kadar bunu kavramıştı.
Onların ne gördüklerini bana sorma. Biliyorsun ki alışılageldik sanatta doğaya bakılarak çizilen, gerçekten soluk alıp veren canlı yapıtlarla ya da modellerle para karşılığında çizen önemsiz kişilerin stüdyoda çiziktirdiği suni şeyler arasında dünyalar kadar fark vardır. Ha, şunu da söylemeliyim ki gerçekten tekinsiz bir sanatçı modeller oluşturan veya içinde yaşadığı hayal dünyasından gerçek manzaraları ortaya çıkaran bir tür imgeleme sahiptir. Neyse, o, tıpkı hayatını resme adamış bir ressamın eserlerinin mektupla öğrenim görmüş bir karikatüristin uyduruklarından farklı olması gibi sözde sanatçının entipüften düşlerinden farklı bir şeyler yaratmayı başarır. Pickman’in gördüğü şeyleri görmüş olsaydım – ama, hayır! Şimdi, daha derinlere dalmadan önce birer içki içelim. Tanrım, bu adamın -bir adamsa, tabii- gördüğü şeyi ben görseydim, yaşayamazdım.
Pickman’in asıl ustalığını yüzlerde gösterdiğini anımsıyorsundur. Goya’dan bu yana hiç kimsenin yüzlere cehennemi böylesine ustalıkla kondurabildiğine inanmıyorum. Ve Goya’dan önce, Notre Dame ile Mont Saint Michel’in çirkin birer canavara benzeyen oluk ağızlarıyla ağzından ateş püskürten mitolojik canavarlar şeklindeki süslemelerini yapan orta çağlı sanatçılara kadar gitmek gerekiyor. Onlar her şeye inanıyorlardı. Ve belki de her şeyi görmüşlerdi. Çünkü orta çağların çok garip evreleri vardı. Uzaklara gitmenden bir yıl önce, Pickman’e böyle garip fikirleri ve imgeleri nereden bulduğunu sorduğunu anımsıyorum. Yüzüne karşı nasıl da pis pis gülmüştü…