Öte Taraf

24
5
(1)

H. P. Lovecraft, Öte Taraf, 2

Ama kısa bir süre içinde, gitgide artan merak ve hayranlığım, korkularımı ikinci plana itti. Crawford Tillinghast’ın o anda benden ne istediğini kestirebiliyor ve harikulade bir sır ya da keşiften söz edeceğinden kuşku duymuyordum. Daha önce, düşünülemez olanı anormal yollardan araştırmasına karşı çıkmıştım. Şimdiyse ruh halini paylaştığım belli bir başarıya -müthiş bir bedel karşılığında bile olsa- ulaşmış olduğu açıktı. Evin karanlık boşluğunda, bu tir tir titreyen insan müsveddesinin elindeki aşağı yukarı hareket eden mumu takip ettim. Elektrik kesilmişe benziyordu. Bunun nedenini rehberime sorduğumda, belli bir nedeni olduğu yanıtını verdi.

“Bu çok fazla olurdu… göze alamazdım” diye söylenmeye devam etti. Yeni edindiği bu söylenme alışkanlığı özellikle dikkatimi çekti. Kendi kendine konuşan biri değildi. Tavan arasındaki laboratuvara girdik ve marazi, uğursuz bir mor ışıkla parıldayan o iğrenç elektrikli makineyi gördüm. Güçlü bir kimyasal akümülatöre bağlanmıştı ama akım çekmiyor gibiydi. Çünkü, deney yapılırken cızırdayıp vızıldadığını anımsıyorum. Tillinghast, sorduğum soruya yanıt olarak bu sürekli parıltının benim anladığım anlamda elektriksel olmadığını söyledi mırıldanarak.

Makine sağ yanımda kalacak şekilde beni oturttu ve makinenin tepesindeki ampul kümesinin altında bir yerlerde bulunan düğmeyi çevirdi. Her zamanki cızırtı başladı. Sonra ses, iniltiye dönüştü ve yeniden sessizliğe döndüğünü düşündüren yumuşak vızıltıyla sona erdi. Bu arada artan parlaklık yeniden azaldı, sönükleşti ve tarif edemeyeceğim bir renk ya da renkler karışımına dönüştü. Tillinghast beni seyrediyordu; yüzümdeki şaşkınlık ifadesini fark etti. “Bunun ne olduğunu biliyor musun?” diye fısıltıyla sordu. “Bu, morötesi ışıktır.” Şaşkınlığıma tuhaf bir şekilde kıkır kıkır güldü.” Sen mor ötesinin görünmez olduğunu sanıyordun ki öyledir ama şimdi bunu ve daha birçok görünür şeyi görebilirsin.

“Beni iyi dinle! Bu şeyden yayılan dalgalar, içimizde uyumakta olan, birbirinden kopuk atomlar durumundan organik insanlık durumuna evrimleştiğimiz milyarlarca yılın mirası binlerce duyuyu uyandırıyor. Ben gerçeği gördüm. Sana da göstermek istiyorum.” Tillinghast, bunları söyledikten sonra mumunu söndürüp, gözlerini iğrenç bir şekilde gözlerime dikerek, tam karşıma oturdu. “Mevcut duyu organların -sanırım en başta da kulakların- izlenimlerin çoğunu yakalayacak. Çnkü onların uyumakta olan organlarla yakın bağlantıları var. Sonra diğerleri olacak. Beyin epifizini duydun, değil mi? Şu sığ endokrinologlara, o dangalak heriflere, Freudçu sonradan görmelere çok gülüyorum. Bu bez, tüm duyu organlarının en büyüğüdür – Ben buldum. Nihayetinde, bir görüş kuvveti gibi ve beyne görsel resimler gönderiyor. Eğer normal biriysen, kanıtların çoğunu … demek istediğim, öte tarafın kanıtlarının çoğunu bu yolla alırsın.”

Mor ötesi ışınlarla loş bir şekilde aydınlanmış, her günkü gözle görülemeyecek olan, güney duvarı eğimli geniş tavan ara sı odasına göz gezdirdim. Uzak köşelerin hepsi gölgeler içindeydi. Tüm tavan arası, gerçek niteliğini gözlerden saklayan, hayal gücünü simgeciliğe ve fanteziler kurmaya davet eden puslu bir gerçek dışılığa bürünmüştü. Tillinghast’ın sessiz kaldığı kısa süre içerisinde, çok uzun zaman önce ölmüş tanrıların inanılmaz büyüklükte bir tapınağında, sayısız siyah taş sütunun rutubetli zeminden gözün göremeyeceği bulutlu yüksekliklere uzandığı bir binada olduğumu zannettim. Gözlerimde canlanan resim bir süre için çok etkileyiciydi. Ama yerini yavaş yavaş daha korkunç bir kavrama; sonsuz, manzarasız, sessiz uzayın tam ve mutlak yalnızlığı kavramına bıraktı. 

Boşluktan gayrı bir şey görünmüyordu. East Providence’ta yolum kesilip soyulduğum geceden beri hava karardıktan sonra hep yanımda taşıdığım tabancayı pantolonumun arka cebinden çekmeme sebep olan çocukça bir korku hissettim. Sonra, uzaklığın en ileri bölgelerinden o ses yavaşça varoluşa adım attı. Son derece zayıf, ustalıkla titreşen ve yanılgıya meydan vermeyecek kadar ahenkli bir sesti. Etkisini tüm bedenimde incelikli bir işkence şeklinde hissettiren fevkalade vahşi bir yanı vardı. Kazara buzlu camı çiziktiren birinin hissettiği türden duygular içindeydim. Aynı anda, benden, uzaktaki sese doğru soğuk bir hava cereyanı oldu. Nefesimi tutup beklerken sesin de rüzgarın da kuvvetlenmekte olduğunu fark ettim. 

Bunun üzerimdeki etkisi, bana doğru yaklaşmakta olan kocaman bir trenin önündeki raylara bağlanmışım gibi garip bir duyguya kapılmam oldu. Tillinghast’la konuşmaya başladım. Bunu yapar yapmaz da bütün o olağandışı etkiler birdenbire yok oluverdi. Önümde sadece, adamın, parıldayan makinelerin ve loş tavan arasının durduğunu gördüm. Tillinghast, neredeyse bilinçsizce çektiğim tabancaya bakarak pis pis sırıtıyordu. Ama yüzündeki ifadeden benim görüp duyduğum şeyleri, belki de daha fazlasını, görüp duymuş olduğuna emindim. Yaşadığım deneyimi ona fısıltıyla anlattım. O ise bana sesimi çıkarmamamı ve mümkün olduğunca algılara açık olmamı söyledi.

BU İÇERİĞİ NE KADAR BEĞENDİNİZ?

Puanlamak için bir yıldıza tıklayın!

Ortalama değerlendirme 5 / 5. Oy sayımı: 1

Şu ana kadar oy yok! Bu gönderiye ilk oy veren siz olun.

Bu yazı sizin için yararlı olmadığı için üzgünüz!

Bu gönderiyi geliştirelim!

Bize bu yazıyı nasıl geliştirebileceğimizi söyleyin?

Keşfet

ParanormalHaber sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et

ParanormalHaber sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et