Ömer Seyfettin Hikayesi: Bir Refikin Defteri İhtisasatından
Şirket-i Hayriye vapuru açılan bir sine-i seyyal-i mâ içinde süzülerek ilerliyordu. Çarkların aheng-i muttaridi içinde titreyen ruh-ı samtın sine-i tesliyetine bazen küçük bir nağme yayılıyor, ve sonra o ıttırâd-ı sükûn devam ediyordu. Gâh ü bî-gâh riyâh-ı mesânın daha uzaklardan getirdiği bir ses, bir nağme-i hırâş ile başlayarak kesiliyor yine başlıyor, ve cevr-i garibin gâze-i samtından inleyerek bir enin-i sükûn gibi akşamın afak-ı dûrâdûru içinde titreyip sönüyor, nihayet kendine bir melâz-ı sükûnet buluyordu.
Aksi bir cezbe-i rüzgâr vapurun siyah dumanlarını Mirgûn’un 3 bir tutuk-ı hülya perver içinde uyuyan bayırcıklarına doğru sevk ederken ruhumda sakin ve masum bir hayalin mevâlîd-i firakını dinliyordum. Vedîa-i ulviyet-i hayalim olarak gecenin, bu Mirgûn’un leyle-i ruhanîsinin, ünsiyet-i samimanesine ihdâ edilecek elhân-ı münâcâtı düşünürken yeşil bir türbeciğin küçük ormanına gelmiştim.
Gecenin bütün ruhaniyet-i şiiri pîş-i nevîn-i fikretimde bir şehper-i ilham suretinde titredi: Bazen sana bir kürsi-i sünûhat olan bu müstesna tepecikte şimdi sensiz olarak bir gaşy-ı münbasitle bulunuyordum. Boğaz’ın bir silsile-i medîd-i mehasin içinde uzanan tepeleri hâbide şiir ve hayal olmuş, ve bir kerime-i visal gibi râkid ve sakin bunların âguş-ı harîm-i sevdasında deniz huzur-ı ruhumda uyuyan derin bir şiir-i güzîn-i ebed ulviyetiyle öyle mest-i garam kalmıştı.
Sonra kamerin, bu enîs-i şiir-âlûd-ı leyâlin, mirvaha-i iltimâı a‘mâk-ı târ-ı ebhâra kadar süzülüp gidiyor ve sahillerden dökülen mülevven birer hayt-ı mînâ bu lema-i amud-ı nûranî içinde bir lü’lü’-i perran oluyordu. Şimdi belki senin de zîr-i sürûd-ı nigâhında açılan bu semâ-yı bedâyide şemîm-i füsûnundan bir nükhet-i sevda duyarak öyle bir gaşy-ı manzum içinde idim. Nâgehân senin ekseriya pancurlarını açarak dalgaları seyr ettiğin odana baktım.
“Ah… belki” dedim Sonra yine denize ibzâl-i nigâh eylerken bir seyr-i seri‘-i ihtizazkâr ile uçar gibi süzülen bir sandal mihr-i leyâlin lemaâtını parçalayarak ilerledi. O zaman her lema bir perîde-i emel, her dalga bir ümid-i visal, her ümit bir emel-i nevîn-i vefa oldu. Bu bir sandal idi, sevgilim geçti. Her şey halecân-ı vuslatla titreyerek bir penâh-ı rüya oldu. Fakat niçin, ey yâr-ı füsunkâr, bu ruh-ı melûl ü sevdakâra rûh-ı güzîn-i şiirinle bir lâne-i serap bulunmuyor.