O Adam

30
0
(0)

H. P. Lovecraft, O Adam, 2

Demir trabzanlı basamaklarla çıkılan bazı tokmaklı kapıları incelediğim sırada, yaprak motifleriyle bezenmiş oyma taşların üzerindeki vasistasların yüzümü hafifçe aydınlatan soluk ışığında, ruh halimi ve bakışlarımı fark eden adam teklifsizce konuşmaya başladı. Yüzü gölgedeydi ve üzerindeki modası geçmiş pelerinle az çok uyuşan geniş kenarlı bir şapka giymişti. Daha bana hitap etmeden önce içimi bir huzursuzluk kaplamıştı. Neredeyse bir iskelet kadar zayıftı. Oldukça derinden gelen olağanüstü yumuşak bir sesi vardı. Dediğine göre, beni daha önce birçok defalarca sokaklarda dolaşırken görmüş ve eski yıllardan kalan izlere düşkünlük bakımından kendisine benzediğim sonucunu çıkarmış. Bu tür keşif gezilerinde tecrübeli ve yöre konusunda, yeni geldiği her halinden belli herhangi birinden çok bilgili olduğu su götürmez birinin rehberliğinden hoşlanmaz mıymışım?

Adam konuşurken kasvetli bir çatı katı penceresinden vuran sarı ışıkta bir an için yüzünü gördüm. Soylu, oldukça yakışıklı, yaşlı bir yüzü vardı ve bu çağda, buralarda pek rastlanmayacak bir zarafete sahipti. Bu yüz ifadesinden hoşlandığım kadar, bazı nitelikleri yüzünden rahatsızlık da duydum. Belki fazlasıyla beyazdı, belki çok ifadesizdi belki de kendimi rahat hissetmemi engelleyecek kadar bu çevrenin dışındandı. Yine de onu izledim. Çünkü o kasvetli günlerde, antik güzellikler ve sırlar konusunda yaptığım araştırma, benim için ruhumu canlı tutmanın tek yoluydu. Ve benzer konularda benden daha derin bilgilere sahip olduğu anlaşılan biriyle karşılaşmayı kaderin az rastlanır lütuflarından biri saydım.

Gecedeki bir şeyler pelerinli adamı suskunluğa zorluyordu. Bir saat boyunca, tek kelime etmeden bana rehberlik etti. Daracık aralıklardan geçerken parmak uçlarımızda koridorları aşarken tuğla duvarlara tırmanırken ve muazzam uzunluğu, o ana kadar koruduğum yön duygumu silen; dolambaçlı, alçak kemerli bir geçitte uzun süre el ve dizlerimiz üzerinde sürünürken daha çok eliyle işaretler yaparak bana yol gösterdi. Sadece eski adlar, tarihler ve değişiklikler konusunda mümkün olan en kısa bilgileri vermekle yetindi. Gördüğümüz şeyler çok eski ve harikaydı ya da en azından, üzerlerine düşen zayıf ışıkta öyle görünüyordu. Bu kim bilir hangi zamandan kalma sonu gelmez labirentte ilerledikçe daha tuhaf ve daha yabancı gözüken yıkıldı yıkılacak Yunan sütunlarını, duvara yapışık yivli sütunları, vazo başlı çit kazıklarını, çan gibi genişleyen pencere ve kapı üst eşikleriyle dekoratif fenerleri asla unutamam.

Hiçbir Allah’ın kuluna rastlamadık ve zaman ilerledikçe ışıklı pencerelerin sayısı giderek azaldı. Karşımıza çıkan sokak fenerleri başlangıçta, gaz yağlı ve klasik baklava biçimi fenerlerdi. Sonra bazı mumlu fenerler de gördüm. Nihayet, korkunç derecede karanlık bir avluyu rehberimin eldivenli elinin yol göstericiliğiyle aşarak, yüksek bir duvardaki, dar bir ahşap kapıdan geçtik. Her 7 evden birinin önündeki fenerle -üstleri konik, yanları delikli, inanılmayacak kadar Kolonyal tarzda teneke fenerlerle- aydınlatılmış dar bir sokağa çıktık. 

Bu sokak yokuş yukarı -New York’un bu kesiminde hiç ihtimal vermediğim kadar büyük bir eğimle- tırmanıyordu ve yukarı ucu, özel bir mülkün sarmaşık kaplı duvarıyla kesiliyordu. Duvarın öte tarafında soluk bir kubbeyle gökyüzünün belli belirsiz ışığında salınan ağaç tepelerini görebiliyordum. Bu duvarda, kara meşeden, iri başlı çiviler çakılarak yapılmış, küçük, alçak kemerli bir kapı vardı. Adam ağır bir anahtarla bu kapıyı açarak, zifiri karanlıkta, önüme düştü. Çakıldan olduğunu sandığım bir patikadan geçtik ve sonunda, taş basamaklardan tırmanıp evin kapısına ulaştık. Rehberim kapının kilidini açarak beni içeri buyur etti.

İçeri girdik. Burnumuza çarpan ve yüzyıllar süren bir çürümenin sonucu olması gereken ağır bir küf kokusundan bayılayazdım. Ev sahibim kokuyu fark etmiş gibi görünmüyordu. Beni döner bir merdivenden çıkarıp, bir holden geçirerek, kapısını ardımız sıra kapadığını duyduğum bir odaya götürürken, nezaket gereği sesimi çıkarmadım. Sonra adamın, aydınlanmakta olan gökyüzünün ışığında güç bela görünen üç küçük pencerenin perdelerini çektiğini gördüm. Bundan sonra, odayı boydan boya kat edip şömineye gitti ve çakmak taşlarını çeliğe vurarak altı kollu bir şamdanın on iki mumundan ikisini yaktı. Alçak sesle konuşmamı tembih eden bir işaret yaptı.

Bu zayıf ışıkta, görkemli kapı alınlıkları, Dor üslubu nefis silmeleri, alınlığı tomar ve vazo şeklinde oymalarla süslenmiş şöminesiyle 18. yüzyılın ilk çeyreğinden kalma, duvarları tahta kaplı geniş bir kütüphanede olduğumuzu gördüm. Çok sayıda kitabın doldurduğu rafların üzerindeki duvarda yer yer portrelerin bulunduğu görülüyordu. Portrelerin hepsi de kararıp, garip bir şekilde bulanıklaşmıştı. Zarif bir Chippendale masanın yanındaki sandalyeyi o anda eliyle bana işaret etmekte olan adamla benzerlikleri su götürmezdi. 

BU İÇERİĞİ NE KADAR BEĞENDİNİZ?

Puanlamak için bir yıldıza tıklayın!

Ortalama değerlendirme 0 / 5. Oy sayımı: 0

Şu ana kadar oy yok! Bu gönderiye ilk oy veren siz olun.

Bu yazı sizin için yararlı olmadığı için üzgünüz!

Bu gönderiyi geliştirelim!

Bize bu yazıyı nasıl geliştirebileceğimizi söyleyin?

Keşfet

ParanormalHaber sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et

ParanormalHaber sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et