H. P. Lovecraft, O Adam, 3
Ev sahibim, masanın öte yanındaki yerine oturmadan önce, utanıyormuş gibi bir an duraksadı. Sonra yavaş hareketlerle eldivenini, geniş kenarlı şapkasını ve pelerinini çıkararak, at kuyruğu saçından, boyun farbalalarından diz altı pantolonuna, ipek çoraplarına ve daha önce fark etmediğim tokalı ayakkabılarına kadar Georgian giysiler içinde bir gösterideymiş gibi bir süre dikeldi. Sonra, arkalığı bir liri andıran sandalyeye kendini yavaşça bırakarak, dikkatle beni süzmeye koyuldu.
Şapkası olmayınca, düşündüğümden daha yaşlı olduğunu gördüm. Olağanüstü uzun bir ömür sürmüş olduğunu gösteren, daha önce fark edemediğim işaretlerin, duyduğum huzursuzluğun sebeplerinden biri olup olmadığı aklıma takıldı. Sonunda konuşmaya başladığında; boşluktan geliyora benzeyen yumuşak sesi sık sık titredi. Onu dinlerken duyduğum şaşkınlığın verdiği heyecan ve kabule pek yanaşmadığım, her an artan bir panik duygusuyla söylediklerini takip etmekte zaman zaman zorlandım.
“Gördüğünüz gibi, efendim,” diye sözlerine başladı ev sahibim, “giysileri konusunda, sizin zeka ve eğilimlerinize sahip birine herhangi bir açıklama yapılması gerekmeyen, son derece tuhaf alışkanlıkları olan biri duruyor karşınızda. Daha iyi günleri düşündüğümde, o günlerin âdetlerini araştırmadığım, giysilerini ve davranış biçimlerini benimsemediğim için hiç pişmanlık duymuyorum. Gösterişe kaçılmadığı takdirde hiç kimseyi gücendirmeyen bir hoşgörü bu. Atalarımın, önce 1800’den sonra kurulan Greenwich, sonra 1830’lara doğru onunla birleşen New York olmak üzere iki kasaba tarafından yutulan çiftliğindeki bu konutu elimde tutabilmek benim için büyük bir şans olmuştur.
Ailemizin bu yeri elinde tutmasını gerektiren çok önemli nedenler vardı ve benim de bu konuda üstüme düşeni yapmakta ihmalkâr davranmış olduğum söylenemez. 1768’de burada oturan, aile büyüklerimizden bir zat, birtakım sanatlar üzerinde çalışmalar yaptı ve hepsi de bu topraklardaki bir güçle ilgili olan ve açığa vurulmamayı fazlasıyla hak eden bazı keşiflerde bulundu. Bu sanat ve keşiflerin bazı tuhaf sonuçlarını çok büyük bir gizlilik içinde size göstermek niyetindeyim. Öyle sanıyorum ki sizin ilgi alanlarınız ya da sadakatinizden kuşku duymayacak kadar insanları tanıdığıma güvenebilirim.”
Adam, bir an sustu ama ben sadece başımı sallayabildim. Dediğim gibi yüreğime korku düşmüştü. Ama ruhum için gün ışığı altındaki New York’tan daha öldürücü bir şey olamazdı. Bu adam ister zararsız bir kaçık, ister tehlikeli sanatlarda ustalaşmış biri olsun, merakımı gidermek için onu izlemekten başka seçeneğim yoktu. Bu yüzden, dinlemeye devam ettim.
“Bu aile büyüğüm,” diye yumuşak bir ses tonuyla konuşmasına devam etti “insan iradesinde -sadece bizzat insanın ve başkalarının eylemleri üzerinde değil, doğadaki her türden kuvvet ve madde üzerinde hatta doğanın kendisinden daha evrensel olduğu kabul edilen unsurlar ve boyutlar üzerinde, varlığı pek fark edilmeyen bir egemenliğe sahip- çok dikkate değer bir nitelik bulunduğunu düşünüyordu. İzniniz olursa, zamanın da mekanın da kutsallığını çiğnediğini; bir zamanlar çadırlarını buraya kurmuş olan yarım kan melez yerlilerin bazı ayinlerini kötüye kullandığını söyleyebilir miyim?
Bu bina inşa edildiğinde yerliler çok öfkelendiler ve her dolunayda burayı ziyaret etmek konusundaki ısrarlarından asla vazgeçmediler. Yıllar yılı, ne zaman bir yolunu bulsalar, çaktırmadan duvarı aşıp, bazı gizli eylemlerde bulundular. Sonra 68’de mülkün yeni varisi olan atam onları iş üzerinde yakaladı ve gördükleriyle donakaldı. Bundan sonra, onlarla pazarlığa oturdu ve yaptıkları işin iç yüzünü tam olarak anlatmaları karşılığında onlara buraya giriş izni verdi. Bu adetlerinin kısmen kızılderili atalarından, kısmen de States General zamanından yaşlı bir Hollandalı’dan geldiğini öğrendi.
Atam, günahı boynuna, onlara -bilerek veya bilmeden- çok fena bir rom ikram etmiş olmalı ki sırrı öğrenmesinden bir hafta sonra, kendisinden başka bu sırrı bilen kimse kalmadı hayatta. Siz, bayım, bu sırrı öğrenecek ilk yabancısınız ve geçmişe bu kadar düşkün olmasaydınız, dünyada böyle bir tehlikeye atılmayı göze almazdım.” Adam, eski zamanların senli benli üslubuyla konuşmasını sürdürürken korkuyla ürperdim. O, devam etti.
“Şunu bilmelisiniz ki bayım, atamın o soyu karışık yerlilerden öğrendiği şey, sonunda edindiği bilgilerin yanında hiç kalır. Boşuna Oxford’a gitmedi, durduk yere Paris’te yaşlı bir kimyacıyla ve bir astrologla konuşmadı. Hülasa, bütün dünyanın, zihinlerimizin dumanından başka bir şey olmadığını, akılsızların emirlerini takmayan ama akıllı kimseler tarafından halis Virginia tütününün dumanı gibi üflenip, içe çekilen bir dumandan başka bir şey olmadığını anladı.