H. P. Lovecraft, Kitaptaki O Resim 3
Bu saçı başı müthiş darmadağınık adamın çok etkileyici ve seçkin bir görünüşü vardı. Ama bu pejmürdelik, yüzüne ve endamına karşın ona saldırgan bir hava veriyordu. Kılığının neye benzediğini anlatmam mümkün değil. Çünkü bana iki uzun ve ağır botun üzerinde yükselen bir paçavra yığınından başka bir şey gibi görünmüyordu. Pisliği ise tarif edilir gibi değildi.
Bu adamın görüntüsü ve esinlediği içgüdüsel korku beni düşmanca bir davranış beklemeye hazırladı. Bu yüzden bana bir sandalyeyi işaret edip, yaltaklanmaya benzer bir saygı ve yağcılık kokan bir konukseverlik dolu zayıf, ince bir sesle konuşmaya başladığında, şaşkınlık ve tekin olmayan bir uyumsuzluk duygusuyla titredim.
Konuşması çoktan yok olduğunu sandığım Yanki ağzının garip ve çok uç bir biçimiydi. Sohbet için karşıma otururken onu dikkatle inceledim. “Yağmura mı yakalandınız?” diye sordu selam verirken. “Evin yakınlarında olmanıza ve doğruca buraya gelmeyi akıl etmiş olmanıza memnun oldum. Sanırım ben uykudaydım. Yoksa sizi duyardım. Eskisi kadar genç değilim. Son zamanlarda şöyle iyi bir uykuya çok ihtiyaç duyuyorum. Yolculuk uzağa mı? Arkham yolu kullanılmaya başlayalı uzun zamandır bu yoldan geçen çok fazla insan görmedim.”
Arkham’a gitmekte olduğum yanıtını verdim. Konutuna kabaca girdiğim için özür diledim. Bunun üzerine o sözlerine devam etti. “Sizi gördüğüme sevindim genç beyefendi. Burada yeni bir yüz nadiren görülür. Bu günlerde de gönlümü şeneltecek pek fazla insan geçmedi buralardan. Sanırım Boston’dan geliyorsunuz, değil mi? Ömrümde hiç gitmedim oraya ama bir şehirli görmeyeyim o saat anlarım. 84’te bizim burada bir öğretmenimiz vardı. Sonra ansızın çekip gitti. Bbir daha da ondan bir haber çıkmadı.”
Burada yaşlı adam bir süre kıkırdadı. Soru sorduğumda ise bir açıklamada bulunmadı. Keyfi son derece yerinde görünüyordu. Kılığına bakarak insanın tahmin edebileceği tuhaflıklardan da geri kalmıyordu. Yaşlı adam bir süre, neredeyse tam bir cana yakınlıkla konudan konuya atlayıp durdu. Sonra birden aklıma Pigafetta’nın Regnum Congo’su gibi nadir bulunur bir kitabın nasıl olup da burada bulunduğunu sormak geldi. Bu kitabın etkisinden kurtulamamıştım. Hakkında konuşurken belli bir çekingenlik hissediyordum ama merak duygusu, evi gördüğüm andan beri sürekli artan, sebebini kavrayamadığım korkuya baskın çıktı.
Büyük bir rahatlama duygusuyla, sorumun yersiz karşılanmadığını gördüm. Zira yaşlı adam rahat tavırlarla adeta şakır gibi yanıt verdi. “Şu Afrika kitabı mı? Kaptan Ebenezer Halt -savaşta öldü- onu bana 68’de sattı.” Ebenezer Halt adı sertçe bakmama neden oldu. Soyağacı araştırmam sırasında bu ada rastlamıştım. Bağımsızlık Savaşı’ndan bu yana hiçbir kayıtta adı geçmiyordu. Ev sahibimin, uğraştığım konuda bana yardım edip etmeyeceğini merak ettim ve daha sonra bunu ona sormaya karar verdim. O anlatmaya devam etti.
“Ebenezer, yıllarca Salem’de tüccarlık yaptı. Her limandan garip görünüşlü şeyler topladı. Bunu, öyle sanıyorum ki Londra’dan almıştı. Dükkânlardan bir şeyler satın almayı severdi. Bir defasında onun tepedeki evinde alışveriş yaparken bu kitabı gördüm. İçindeki resimlerden hoşlandım. Bu yüzden o da kitabı trampa etti. Tuhaf bir kitap bu. Dur, gözlüklerimi takayım” Yaşlı adam paçavraları arasında arandı ve küçük sekizgen camları, çelik köprüsüyle şaşırtıcı derecede, eski görünüşlü pis bir gözlük çıkardı. Bunları gözüne taktıktan sonra, masanın üzerindeki kitaba uzandı ve sayfalarını sevgiyle çevirmeye başladı.
“Ebenezer bunu biraz okuyabiliyordu. Latince’dir. Ama ben okuyamam. İki üç öğretmene ve havuzda boğulduğu söylenen Rahip Clark’a biraz okuttum. Siz bundan bir şey anlıyor musunuz?” Anladığımı söyledim ve kitabın başlarından bir paragrafı ona tercüme ettim. Eğer hata yaptıysam da beni düzeltmeye yetecek kadar allame değildi. İngilizce çevirimden çocukça bir zevk alıyor gibiydi. Burnumun dibine sokulması, midemi ağzıma getirdi ama onu gücendirmeden bir kaçış yolu göremiyordum. Bu cahil yaşlı adamın, okuyamadığı bir kitaptaki resimlere gösterdiği düşkünlük beni eğlendiriyordu.
Odasını süsleyen az sayıda İngilizce kitabı okuyabilmesinin ne kadar iyi olacağını merak ettim. İhtiyarın basit bir insan olduğunun ortaya çıkması, hissettiğim o pek iyi tanımlayamadığım kaygıyı büyük ölçüde giderdi. Ev sahibim konudan konuya atlarken ona gülümsedim. “Resimlerin insanı düşüncelere sevk etmesi ne kadar garip! Kapağa yakın olan şu resim mesela. Şu koca yaprakları aşağı sarkan ağaçlar gibisini hiç gördünüz mü? Ya şu adamlar -onlar zenci olamazlar- onların hepsini dövüyorlar. Afrika’da olsalar bile sanırım bu mahlûkların bir kısmı maymuna ya da yarı maymun yarı insana benziyor. Ama şunun gibi bir şeyi ömrümde duymadım.” Burada, sanatçının hayali bir yaratısına, timsah başlı bir tür ejder olarak tanımlanabilecek bir yaratığa işaret etti.