Gümüş Anahtar

35
0
(0)

H.P. Lovecraft, Gümüş Anahtar, 3

Sonra bir gece, dedesi ona anahtarı anımsattı. Eskisi kadar hayat dolu olan yaşlı alim, atalarından ve bu zarif, duyarlı insanların garip bakış açılarından ciddiyetle ve uzun uzun söz etti. Kendini tutsak eden Arapların sırlarını öğrenen, Haçlı seferlerine katılmış, alev saçan gözlere sahip atasından ve Elizabeth kraliçeyken sihir öğrenen ilk Sir Randolph Carter’dan söz etti. Ayrıca, büyücü olduğu gerekçesiyle Salem’de asılmaktan kıl payı kurtulan ve eski bir kutuya yerleştirdiği büyük, gümüş anahtar kuşaktan kuşağa devredilen Edmund Carter’dan da söz etti. 

Carter uyanmadan önce kibar konuğu bu kutuyu, iki yüz yıldır hiç kimsenin acayip kapağını kaldırmadığı, oymalarla süslü, bu garip, eski meşe kutuyu nerede bulacağını anlattı. Carter onu, tozlu, karanlık tavan arasında, kocaman bir sandığın çekmecesinin gerisinde unutulmuş buldu. Kenarları yaklaşık otuzar santimetre kadar olan kare şeklinde bir kutuydu ve gotik oymaları o kadar korku vericiydi ki Edmund Carter’dan bu yana hiç kimsenin onu açmaya cesaret edememiş olmasında şaşılacak bir şey yoktu. 

Sallandığında hiç ses çıkarmıyordu, ama anımsanmayan baharatların kokusuyla son derece gizemliydi. İçinde bir anahtar olduğu kesin olmaktan uzak bir söylentiydi ve Randolph Carter’ın babası böyle bir kutunun varlığından bile haberdar değildi. Kutu paslı demirlerle bağlanmıştı ve heybetli kilit mekanizmasını harekete geçirecek bir araç görünmüyordu ortada. Carter, kutuda düşlerin kaybolmuş kapısını açacak bir anahtar bulacağını sezinledi, ama bu kapının nerede olduğu ve anahtarı nasıl kullanacağı konusunda dedesi hiçbir şey anlatmamıştı.

Ve yaşlı uşak oymalarla süslü kapağı zorla açtı. Kutuyu sallayıp silkelerken kararmış tahta üzerindeki tiksinç yüzler, tanıdık hiçbir şeye benzetilemeyen korkunç gözlerle bakıyordu. Kutunun içinde, rengi atmış bir parşömene sarılı, gizemli arabesklerle süslü, kararmış, kocaman bir gümüş anahtar vardı. Ama okunabilir herhangi bir açıklama yoktu. Parşömen kocamandı ve üzerinde sadece kamışla bilinmeyen bir dilde yazılmış tuhaf hiyeroglifler vardı. 

Carter, bilinmeyen bir mezarlıkta bir gece yarısı ortadan kaybolan şu Güneyli korkunç alime ait bir papirüs tomarında gördüğü harfleri tanıdı. Adamcağız bu tomarı ne zaman okusa korkudan titrerdi. Şimdi de Carter titriyordu. Ama Carter anahtarı temizledi ve geceleri yanı başındaki, keskin kokulu eski meşe kutunun içinde tuttu. Bu arada düşleri daha canlı bir hal alıyordu ve her ne kadar bu düşler eski günlerin tuhaf kentlerinden ve inanılmaz bahçelerinden hiçbirini gösteriyor olmasa da amacı konusunda hiçbir yanılgıya yer vermeyen kesin biçimler almaya başlamıştı. 

Carter’ı geçmiş yılların ötesine çağırıyorlardı ve atalarının birbirine karışmış istekleri onu gizli ve geçmiş zamanlara ait bir kaynağa doğru çekiyordu. Sonra, geçmişe gitmesi ve eski şeylerle bütünleşmesi gerektiğini anladı ve günden güne kuzeydeki tepeleri, tekin olmayan Arkham’ı, hızla akan Miskatonic’i ve ailesinin oturduğu evi daha çok düşünür oldu. Ilık bir sonbahar günü, Carter, inişli çıkışlı zarif tepeleri ve duvarlarla çevrili otlakları, uzak vadileri, dik yamaçları kaplayan ormanları, dolambaçlı yolları, birbirine sokulmuş çiftlik evlerini, üzerinde birçok ahşap ve taş kaba saba köprü bulunan Miskatonic’in billur dönemeçlerini geçerek eskiden anımsadığı yolu tuttu. 

Related Posts

Bir dönemeçte, yüz elli yıl kadar önce atalarından birinin içinde kaybolduğu bir grup dev karaağaca rastladı ve rüzgar aralarından anlamlı bir şekilde estiğinde Carter korkuyla ürperdi. Sonra, cadı Goody Fowler’ın eskilikten dökülen ve kocaman çatısı kuzey yönünde yere kadar uzanan, küçük pencereleri kötü kötü bakan çiftlik evini gördü. Burayı geçerken arabasının hızını artırdı.

Ufukta Kingsport’un ince kulelerinin, daha gerilerde düş yüklü arkaik bir denizin işaretlerinin göründüğü soluk kesecek derecede güzel bir manzarası olan kayalık bir yamaçtan ve yeşil bir vadiden geçen yolun öte tarafındaki tepede annesiyle, annesinin atalarının doğdukları eski beyaz evin üzerinde hala gururla yükseldiği tepeye varıncaya kadar da yavaşlamadı. Sonra, kırk yılı aşkın süredir görmediği eski Carter malikanesinin bulunduğu daha dik yamaçlara geldi. 

Yamacın eteklerine geldiğinde vakit ikindiyi çoktan gerilerde bırakmıştı ve yamacın ortalarındaki dönemeçte bir an durup, batmakta olan güneşin eğik ışınlarının sarıya boyadığı görkemli manzarayı seyretti. Son zamanlarda gördüğü bütün düşlerin tuhaflıkları ve beklentileri bu dünya dışı ve sessiz manzarada mevcuttu. Gözleri, yıkılmış duvarların arasında parıltılar saçarak dalgalanan kadifemsi, ıssız çayırlar, uzak mor tepelerdeki inanılmaz güzellikte ormanlar, damla damla akan suların mırıltılarla çağlayarak yamrı yumru kökler arasında aktığı gölgeler içindeki ormanlık vadiler üzerinde dolaşırken başka gezegenlerin bilinmeyen yalnızlıklarını düşündü.

Bir şey, motorların araştırdığı dünyaya ait olmadığını ona hissettirdi. Bu yüzden ormanın kıyısında arabasından indi ve büyük anahtarı paltosunun cebine koyarak tepeye kadar yürüdü. Orman şimdi onu tam olarak yutmuştu. Evin, kuzey tarafı, dışında her yanı ağaçsız yüksek bir tepecik üzerinde olduğunu biliyordu. Evin nasıl göründüğünü merak ediyordu, çünkü dedesinin kardeşi olan tuhaf huylu Christopher’ın otuz yıl önceki ölümünden sonra ihmal yüzünden buralara gelmeyi boşlamıştı.

Çocukluğunda buralara keyifli, uzun yolculuklara yapar, meyve ağaçlarının ötesindeki koruda şaşırtıcı harikalar bulurdu. Etrafındaki gölgeler koyulaştı, çünkü gece çökmek üzereydi. Bir ara ağaçların arasında sağda bir açıklığa rastladı ve kilometrelerce uzanan alacakaranlık çayırları gördü ve Kingsport’taki Central Hill üzerinde bulunan, günün son ışıklarıyla pembeleşmiş, yansıttığı ışıklarla küçük yuvarlak pencereleri alev alev yanan Congregational çan kulesini uzaktan seçti. 

Sonra yeniden koyu gölgelerin içine daldığında, bu görüntülerin çocukluğuna ilişkin anılardan kaynaklanmış olabileceğini düşündü ürpererek, çünkü, yerine Congregational Hastanesi yapılmak üzere eski beyaz kilise yıkılalı çok oluyordu. Bu konuda gazetelerin yazdıklarını büyük bir ilgiyle okumuştu, çünkü, gazeteler kilisenin altındaki kayalık tepede bulunan tuhaf oyuklardan ve geçitlerden söz ediyordu.

Kulağına çalınan boru sesleri şaşırmasına neden oldu ve bu seslerin çok uzun yıllar ötesinden anımsadığı bir sesle olan benzerliği irkilmesine yol açtı. İhtiyar Benijah Corey, Christopher Amca’sının ücretle tuttuğu adamdı ve Carter’ın o uzak çocukluk yıllarında yaptığı ziyaretler sırasında bile yaşlıydı. Şimdi yüz yaşını aşmış olmalıydı, ama bu boruyu ondan başkası çalıyor olamazdı. 

BU İÇERİĞİ NE KADAR BEĞENDİNİZ?

Puanlamak için bir yıldıza tıklayın!

Ortalama değerlendirme 0 / 5. Oy sayımı: 0

Şu ana kadar oy yok! Bu gönderiye ilk oy veren siz olun.

Bu yazı sizin için yararlı olmadığı için üzgünüz!

Bu gönderiyi geliştirelim!

Bize bu yazıyı nasıl geliştirebileceğimizi söyleyin?

ParanormalHaber sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya Devam Edin