Gümüş Anahtar
H.P. Lovecraft, Gümüş Anahtar, 2
Adalet, özgürlük ve bağlılık önyargılarıyla yoldan çıktıkları ve dar görüşlü oldukları için eski bilgileri ve eskilerin inançlarını bir yana ittiler. Ve bu bilgilerle inançların bugünkü düşünce ve yargılarının tek yaratıcısı, sabit bir amaçtan ve güvenilir başvuru noktalarından yoksun, anlamsız bir evrende tek kılavuzları olduğunu bir an bile durup düşünmediler. Bu yapay ortamdan yoksun kalınca, yaşamlarını yöneltebilecekleri bir amaç kalmadı.
O zaman can sıkıntılarını koşuşturma, sözde yararlılık, şamata, heyecan, barbarca gösteriler ve tensel duyularda boğmaya çalıştılar. Bu şeyler yavanlaşıp, düş kırıklıklarına yol açtığında ya da duygularda meydana gelen ani değişikliklerle tiksindirici olduğunda her şeyi alaya aldılar, yerden yere vurdular ve toplumsal düzeni suçladılar. Mantıksız kurumlarının, eskilerin tanrılarının yerine koydukları bir şey, o tanrıların yadsınması olduğunu ve bir andan hoşnut olmanın bir sonrakini zehredeceğini kavramadılar bile.
Sakin, sürekli güzellik sadece düşte gelir; gerçeğe tapınma uğruna dünyanın vazgeçtiği bu teselli, çocukluğun ve masumiyetin gizlerini de yanında götürdü. Boşluğun ve huzursuzluğun bu karmaşası içinde Carter, görüşü kuvvetli ve iyi kalıta sahip bir insan olarak yaşamaya çalıştı. Çağın alaycılığıyla düşleri solarken hiçbir şeye inanamıyord. Ama uyuma duyduğu aşk, onu ırkının inançlarına ve bulunduğu yere yakın tuttu.
Hiç etkilenmeden kentlerden geçti ve hiçbir manzara gözüne yeterince gerçek görünmediğinden derin derin içini çekti. Çünkü, yüksek çatılarda aniden çakan sapsarı gün ışığı da, korkuluklu meydanlarda akşamları yanan ilk lambaların parıltısı da, ona bir zamanlar gördüğü düşleri anımsatıyor ve nasıl bulacağını artık bilmediği göksel ülkelerin hasretiyle yüreğinin dağlanmasına yol açıyordu.
Seyahat, alaydan başka bir şey değildi ve 1. Dünya Savaşı bile onu pek heyecanlandırmadı. Ama başından itibaren Fransa’nın Yabancılar Lejyonunda görev aldı. Bir süre, dostlar edinmeye çalıştı, ama çok geçmeden heyecanlarının ilkelliğinden, hayallerinin aynılığından ve bayağılığından bezdi. Zihinsel yaşamını anlayamayacakları için, tüm yakınlarının uzakta olmasından belli belirsiz bir memnuniyet duydu. Doğrusunu söylemek gerekirse onu dedesiyle dedesinin kardeşi Christopher’dan başka kimse anlayamazdı; onlarsa çoktan ölüp gitmişlerdi.
Sonra, Carter, düş göremez olduktan sonra bir yana bıraktığı kitap yazma işine yeniden başladı. Ama bundan da tatmin olmadı, çünkü, zihni maddi dünyanın etkisi altındaydı ve vaktiyle düşündüğü kadar güzel şeyler düşünemiyordu. Alaycı yaklaşımlar, yükselttiği tüm alacakaranlık minareleri yerle bir etmiş, kaba saba olanaksızlık korkusu, inanılmaz güzellikteki bahçelerde yetiştirdiği zarif, harikulade çiçekleri yakıp kavurmuştu.
Basmakalıp, sözde merhamet, roman kahramanlarını yavanlaştırırken, önemli gerçekler, büyük olaylar ve heyecanlar üstün nitelikli tüm fantezilerini ince bir tül gerisindeki alegorilere ve ucuz, toplumsal taşlamalara dönüştürmüştü. Yeni romanları, eskilerinden çok ama çok başarılıydı; boş kafalı kalabalıkları hoşnut etmek için romanlarının ne kadar boş olmaları gerektiğini bildiğinden kitaplarını yaktı ve yazmaya son verdi. Bunlar, pek ciddiye almadan resmettiği düşlere kibarca güldüğü çok zarif romanlardı; ama fazlasıyla karmaşık yapıları, onları cansız yapıtlar haline getiriyordu.
Bundan sonradır ki yapıtlarına kasıtlı olarak yanılsamalar kattı ve sıradanlığın panzehiri olarak biraz tuhaflık ve acayiplik serpiştirdi. Ama çok geçmeden bunların çoğunluğunun yetersiz ve verimsiz olduğu anlaşıldı. Carter, halkın itibar ettiği büyücülük ve gizli güçlerle ilgili görüşlerin, kendilerini bağışlatmaya yetecek en ufak bir hakikat kırıntısı içermedikleri gibi en az bilimsel düşünceler kadar da kuru ve esneklikten yoksun olduğunu gördü.
Salaklık, yalan ve karmakarışık düşünceler düş değildi ve onlardan daha üst düzeyde eğitimli bir beyne kaçış sağlamıyordu. Bu yüzden Carter acayip kitaplar satın aldı. Fantastik konularda derin bilgi sahibi korkunç insanlarla görüştü, çok az insanın bugünece adım attığı bilincin arka bahçelerini araştırdı ve hayatın, efsanelerin ve çok çok eski zamanların, daha sonraları bile kendisini rahatsız eden derin sırlarını öğrendi.
Değişen ruh hallerine uygun döşenmiş odalarda yaşamaya karar verdi ve Boston’daki evinin her odasını ayrı ayrı renklere boyayıp, uygun kitaplarla ve nesnelerle doldurdu, gerekli gördüğü ışık, ısı, ses, tat ve kokuyu sağlayacak kaynakları temin etti. Güneyde yaşayan ve tarih öncesi kitaplarla Hindistan ve Arabistan’dan kaçırılmış kil tabletlerden okuduğu iğrenç şeyler nedeniyle herkesin korkup çekindiği bir adamdan söz edildiğini duydu.
Onu ziyarete gitti ve çalışmalarını paylaşarak, onunla yedi yıl birlikte yaşadı. Ta ki, iki kişi olarak girdikleri bilinmeyen eski bir mezarlıkta birdenbire dehşetle yüz yüze geldikten sonra oradan tek başına çıkıncaya kadar. Sonra, atalarının New England’daki eski ve korkunç kentine, cadıların uğrak yeri olan Arkham’a geri döndü ve asırlık söğütlerle, çılgın fikirli atalarının günlüklerindeki bazı sayfaları ebediyen mühürlemesini sağlayan yıkıldı yıkılacak balıksırtı damlar arasında karanlık deneyler yaptı.
Ama bu dehşetler onu, gençliğinde tanıdığı sahici düş alemine değil, sadece gerçekliğin kıyısına götürdü. Bu yüzden, ellisinde, güzelliğe zaman ayıramayacak kadar meşgul ve düş göremeyecek kadar açıkgöz bir dünyada huzur ve mutluluk bulmaktan umudunu kesti. Gerçek şeylerin boşluğunu ve değersizliğini en sonunda anlayan Carter, inzivaya çekildi ve düşlerle dolu geçliğinin özlemle andığı, birbirinden kopuk anılarına daldı.
Hayata katlanmanın aptalca bir şey olduğunu düşündü ve Güney Amerikalı bir tanıdığından acı vermeden unutmayı sağlayan acayip bir sıvı aldı. Ama tembellik ve alışkanlık harekete geçmesini geciktirdi ve Carter eski zamanların düşünceleri arasında kararsızca bocalayıp durdu. Duvarlara astığı tuhaf şeyleri indirdi ve evi mor pencereleri, Kraliçe Viktorya dönemi mobilyaları ve her şeyiyle çocukluğundaki eski haline koydu.
Zaman ilerledikçe, oyalanmış olmaktan hoşnutluk duymaya başladı. Çünkü gençliğinin kutsal anıları ve dünyadan kopmuş olması, bütün karmaşıklığıyla yaşamın uzak ve gerçek dışı görülmesine yol açtı ve gece uykularına yavaş yavaş büyü ve umut sızmaya başladı. Yıllardır bu uykularda en sıradan uykularda rastlanılan gündelik şeylerin çarpık yansımalarından başka bir şey yoktu.
Ama şimdi, daha tuhaf ve yabanıl bir şeylerin geçici belirtileri, yakında korkunç bir şeylerin olacağına işaret eden ve çocukluk günlerinden kalma bazı görüntülerin biçimine bürünerek ona çoktan unuttuğu birbiriyle bağlantısız birçok önemsiz olayı anımsatan bir şeyler görünmeye başlamıştı. Sık sık, her ikisi de çeyrek yüzyıldır mezarlıkta olan annesiyle dedesini çağırarak uyanıyordu.