H. P. Lovecraft, Erich Zann’ın Müziği, 2
Odası, dik çatılı tavan arasında bulunan topu topu iki odadan bir tanesi olup, batıya, sokağın üst yanındaki yüksek duvara bakıyordu. Çok büyük bir odaydı. Son derece çıplak ve ihmal edilmiş olması yüzünden daha da büyük görünüyordu. Eşya olarak sadece dar bir demir karyola, pis bir lavabo, küçük bir masa, kocaman bir kitaplık, demirden bir nota sehpası ve eski moda üç sandalye vardı. Nota yaprakları yerlere saçılmıştı. Duvarlar, muhtemelen sıva yüzü görmemiş çıplak tahtaydı. Tozla örümcek ağlarının çokluğu, oturulan bir odadan çok terk edilmiş bir oda havası veriyordu buraya. Belli ki Erich Zann’ın güzellik dünyası, imgelemin uzak bir evreninde yatıyordu.
Dilsiz adam oturmamı işaret ederek, kapıyı kapadı. Kalın tahta sürgüyü itti. Yanında getirmiş olduğu mumun verdiği aydınlığı artırmak için bir mum daha yaktı. Sonra viyolünü güve yeniği kılıfından çıkararak, sandalyelerden en az rahatsız olanına oturdu. Nota sehpasını kullanmadı. Bana başkaca bir seçim hakkı tanımadan ezbere çaldığı, daha önce hiç duymadığım, kendi bestesi olması gereken ezgilerle, bir saatten uzun bir süre beni büyüledi. Müzik bilgisi olmayan birisinin bu ezgilerin gerçek niteliğini tanımlaması olanaksız. Bunlar en büyüleyici nitelikte bölümlerin durmadan yinelendiği bir tür fügdüler. Ama benim en çok dikkatimi çeken şey, aşağıdaki odamdan daha önce kulak misafiri olduğum garip notaların bulunmayışıydı.
O, akıldan çıkmayan notaları anımsayıp, sık sık mırıldanmış ve yalan yanlış ıslıkla çalmıştım. Bu yüzden müzisyen sonunda yayını bıraktığında, o ezgilerden birini çalıp çalamayacağını sordum. Ondan bu ricada bulunurken buruş buruş keçi suratı viyol çalarken takındığı sükûneti yitirdi ve yaşlı adama ilk yaklaştığımda yüzünde belirdiğini fark ettiğim o garip öfke ve korku karışımı ifadeye büründü. Bir an, yaşlılık kaprislerini hafife alarak onu ikna etmeye niyetlendim ve bir gece önce dinlediğim bazı ezgileri ıslıkla çalarak ev sahibimde o garip ruh halini uyarmaya çalıştım.
Ama bu davranış tarzını pek sürdüremedim. Çünkü ıslıkla çaldığım havayı tanıdığında dilsiz müzisyenin yüzü ansızın anlaşılmaz bir ifadeyle çarpıldı. Ağzımı kapatmak, acemice taklidime son vermek için uzun, yaşlı, kemikli sağ elini uzattı. Bunu yaparken acayip bir şey daha yaptı. Snki davetsiz bir misafirin gelmesinden korkuyormuş gibi ürkü dolu gözlerle perdesi çekili, o tek pencereye bir bakış attı. Ppencereye doğru bakması çok saçmaydı çünkü tavan arası odası bitişik çatılardan ulaşılamayacak kadar yüksekti. Sarp sokaktaki bu pencere, kapıcının bana söylediği gibi insanın sokağın doruğundaki duvarın ötesini görebileceği tek noktaydı.
Yaşlı adamın bakışı, aklıma Blandot’un sözlerini düşürdü. Rue d’Auseil sakinlerinden sadece bu aksi ihtiyarın görebildiği, tepenin ötesindeki ay ışığının aydınlattığı çatıların ve kent ışıklarının baş döndürücü manzarasını seyretmek için geçici bir arzu hissettim. Pencereye yaklaştım. Dilsiz kiracı eskisinden daha büyük bir korku ve öfke içerisinde üzerime yürümeseydi, uzanıp neye benzediği anlaşılamayan perdeyi çekecektim. Bu defa başıyla kapıyı işaret ederken iki eliyle koluma yapışıp beni kapıya doğru sürüklemeye başladı. Ev sahibimden büsbütün iğrenmeye başlamıştım. Derhal gideceğimi söyleyerek beni bırakmasını emrettim. Parmakları gevşedi. Yüzümdeki iğrenme ve incinme ifadesini gördüğünde öfkesi yatışır gibi oldu. Kolumu yeniden ama bu def a dostça sıkarak beni bir sandalyeye doğru iteledi. Sonra açıkca görülen bir arzuyla darmadağınık masaya gitti ve bir yabancının Fransızcasıyla ıkına sıkına bir yığın sözcük yazdı.
Sonunda bana uzattığı notta, hoşgörülü olmam ve kendisini bağışlamam için ricada bulunuyordu. Zann yaşlı ve yalnız bir adam olduğunu, kendi müziği ve daha başka konularla ilgili tuhaf korku ve sinir rahatsızlıkları çektiğini söylüyordu. Müziğini dinlememe memnun olmuştu. Tekrar gelmemi ve tuhaflıklarına aldırış etmememi istiyordu. Ama acayip armonilerini başkalarına çalamaz ve onları başkalarından dinlemeye de odasındaki herhangi bir şeye başkalarının dokunmasına da katlanamazdı. Koridorda yaptığımız konuşmaya kadar, müziğini odamdan duyabildiğimi bilmiyordu. Şimdi Blandot ile konuşarak alt katlarda, müziğini duyamayacağım başka bir odaya geçip geçemeyeceğimi soruyordu. Kira farkını kendisinin ödeyeceğini yazıyordu.
Oturup, kötü bir Fransızca ile yazılmış metni çözmeye çalışırken yaşlı adama karşı daha fazla yakınlık hissettim. O da tıpkı benim gibi fiziksel ve sinirsel acılarının kurbanıydı. Metafizik alanlarda yaptığım incelemeler bana şefkatli olmayı öğretmişti. Sessizlikte pencerenin dışından hafif bir ses geldi. Gece rüzgarında kepenkler takırdamış olmalıydı. Her nedense, neredeyse Zann kadar şiddetle irkildim. Böylece okumayı bitirdiğimde, ev sahibimin elini sıktım ve oradan bir dost olarak ayrıldım. Ertesi gün Blandot bana üçüncü katta, bir tefecinin dairesiyle saygın bir döşemecinin odası arasında daha pahalı bir oda verdi. Dördüncü katta kimse yoktu.