Deliliğin Dağlarında

27
0
(0)

H.P. Lovecraft, Deliliğin Dağlarında, 3

 “Uzunluğu yüz yirmi santimetre, çapı gövdeye bağlı olduğu yerlerde on sekiz, uçlarda altı santimetre olan sağlam, kaslı kollar. Denizyıldızı uçlarının her birine, uzunluğu yirmi santimetre, genişliği on beş santimetre olan yeşilimtırak beş damarlı zarsı bir üçgen bağlı. Yaşı, bir milyar yıldan elli ya da altmış milyon yıla kadar olan kayaçlara izlerini bırakan da işte bu üçgen biçimi palet, yüzgeç ya da ayak görevi yapan organ.

“Denizyıldızı yapının girintili köşelerinden, uzunluğu altmış santimetre, çapı dip kısımlarında yedi buçuk, uçlarında iki buçuk santimetre olan kırmızımsı borular çıkıyor. Uçlan delik. Bütün bu parçalar sert ve kayış gibi, ama son derece esnek. Uçlarında paletler bulunan yüz yirmi santimetrelik kolların denizde veya başka ortamlarda hareket etmede kullanılmış olduğuna şüphe yok. Hareket ettirildiğinde aşın kaslı olduğu görülüyor. Bulundukları haliyle tüm bu uzantılar, diğer uçtakiler gibi yalancı boyun ve gövdenin alt kısmı üzerine sıkıca katlanmışlardı.

“Kesin olarak hâlâ ne hayvan, ne de bitki sınıfına sokabiliyorum, ama hayvan olma olasılığı şimdi daha ağır basıyor gibi. Bazı ilkel özelliklerini yitirmeden inanılmaz derecede evrimleşmiş bir ışınlı olabilir. Aksini gösteren bazı kanıtlara karşın kesin olarak bir derisidikenliye benziyor. “Kanat yapısı, doğal yaşam alanı olarak denizin düşünülmesini zorlaştırıyor ama bu yapı suda hareket etmeyi kolaylaştırıyor olabilir. Simetrisi, hayvanların önden arkaya yapısından çok bitkilerin yukardan aşağıya yapısını düşündüren garip, bitkisel bir simetri.

Bugüne kadar bilinen en basit Arkeen tek hücreliden bile önce, inanılmayacak kadar eski bir tarihte evrimleşmiş olması, kökeni konusunda tahmin yapmayı olanaksızlaştırıyor.“Eksiksiz numunelerin en eski efsanelerdeki bazı yaratıklara olan tekinsiz benzerliği, Antarktika dışında eski bir varoluşun düşünülmesini zorunlu kılıyor. 

Dyer ile Pabodie Necronomicon’u okumuş, Clark Aston Smith’in metne dayanarak yaptığı karabasan tabloları görmüşlerdi, bu yüzden dünyadaki yaşamı şaka olsun diye ya da yanlışlıkla yaratmış olduğu ileri sürülen ‘Eskiler’ den söz ettiğimde beni anlayacaklardır. Konunun uzmanları, bu kavramı hastalıklı bir düş gücünün çok eski tropik ışınlılardan türetmiş olduğunu düşünmüşlerdir hep. Tıpkı Wilmarth’ın sözünü ettiği Cthulhu mezhebi uzantıları ve benzeri tarih öncesi halk masalı yaratıklarında olduğu gibi.

“Geniş bir çalışma alanı ortaya çıktı. Elde edilen numunelere bakılırsa, birikintiler muhtemelen Geç Kretase ya da Erken Eosen devre ait olmalı. Üzerlerinde masif dikitler oluşmuş. Parça koparmak oldukça zor, ama sert oluşları sayesinde bir zarar görmediler. Belli ki kireçtaşının etkisiyle mucize denilecek kadar iyi korunmuşlar. Şu ana kadar başka bulamadık, ama araştırmaya daha sonra devam edeceğiz. Şimdiki işimiz, öfkeyle havlayan ve yakına gelmeleri halinde güvenilmeyecek köpekler olmadan bu on dört koca numuneyi kampa götürmek.

“Esen sert rüzgâra rağmen üç kızağı dokuz kişiyle -adamlardan üçünü köpeklere göz kulak olmaları için bıraktık- idare etmemiz gerekiyor. Mc Murdo Koyu ile uçak bağlantısı kurup, malzeme yollamaya başlamalıyız. Ama dinlenmeye geçmeden önce bu şeylerden birini parçalara ayırmalıyım. Keşke burada gerçek bir laboratuvarım olsaydı. Dyer, batıya doğru yolculuğumu önlemeye kalkıştığı için saçını başını yolmalı. Önce Dünya’nın en yüksek dağları, sonra da bunlar. 

Eğer bir keşif gezisinden umulan bu değilse, bilmem nedir? Bilimsel bakımdan amacımıza ulaştık. Pabodie, mağarayı ortaya çıkaran sondaj makinesi için tebrikler. Arkham, şimdi lütfen tarifi tekrarlar mısınız?” Bu mesajı aldığımızda Pabodie’yle benim duygularımız tarif edilebilecek gibi değildi.

Arkadaşlarımızın duyduğu heyecanın da bizimkilerden aşağı kalır yanı yoktu. Vınlayan alıcıdan gelen mesajın birkaç önemli noktasını alelacele çeviren McTighe, Lake’in telsiz operatörü yayınına son verir vermez stenoyla tuttuğu notların tamamını hemen yazıya döktü. Herkes, keşfin çığır açıcı niteliğini takdirle karşıladı ve Arkham’ın telsiz operatörü kendisinden istendiği gibi mesajın tarif bölümünü tekrarlar tekrarlamaz Lake’i kutladım; Mc Murdo Koyu’ndaki deponun telsiz operatörü Sherman ile Arkham’dan Kaptan Douglas da benim gibi Lake’i kutladılar.

Sonra, keşif gezisinin başkanı olarak, Arkham yoluyla dış dünyaya iletilmek üzere birkaç yorumda bulundum. Bunca heyecan içerisinde, dinlenmek elbette ki saçma bir düşünceydi; tek düşüncem Lake’in kampına olabildiğince çabuk ulaşmaktı. Lake’in, dağdan kopan bir fırtınanın hava yolculuğunu bir süre için olanaksızlaştırmış olduğunu bildirmesi beni düş kırıklığına uğrattı.

Ama bir buçuk saat içinde düş kırıklığı duygusu yerini meraka bıraktı. Lake yeni mesajlar göndermeye devam ediyor, on dört kocaman numuneyi tam bir başarıyla kampa taşımış olduklarını anlatıyordu. Şaşılacak kadar ağır olmaları yüzünden bu şeyleri çekmekte zorlanmışlardı; ama dokuz adam bu işin hakkından mükemmelen gelmişlerdi. Şimdi ekipten bazıları, kamptan güvenli bir uzaklıkta, köpeklerin beslenmek üzere içine kapatılacakları kardan bir ağıl inşa etmekteydiler alelacele. Numuneler, Lake’in özensizce parçalara ayırmaya çalıştığı biri dışında, kampın yakınlarında sert karın üzerinde bırakılmıştı.

Bu parçalama işinin Lake’in umduğundan daha zor olduğu ortaya çıkmıştı çünkü yeni kurulan laboratuvar çadırındaki benzin sobasının ısısına karşın seçilen numunenin -güçlü görünüşlü, hasar görmemiş bir numune- aldatıcı esneklikte dokuları kayış sağlamlığını yitirmiyordu. Lake, yapısal özelliklerine zarar vermeden onu parçalara nasıl ayıracağını bilemiyordu.

Elinde, zarar görmemiş yedi numunenin daha olduğu doğruydu ama mağarada sınırsız sayıda numune bulunduğu belli olmadıkça bu sayı, düşüncesizce numune ziyan etmek için çok azdı. Bu yüzden, bu numuneyi bırakıp, her iki ucundaki denizyıldızına benzer oluşumlar fena halde ezilmiş ve gövdesi üzerinde boydan boya bir çatlak bulunan başka bir numuneyi sürükleyerek çadıra getirdi.

Vakit geçirmeden telsizle iletilen sonuçlar gerçekten de şaşırtıcı ve etkileyiciydi. Anormal dokuyu ancak kesebilen aletlerle hassas ve doğru sonuçlar elde etmek olanaksız da olsa, ulaşılan sonuçlar hepimizi korku ve şaşkınlık içinde bıraktı. Bugünkü biyoloji biliminin yeniden gözden geçirilmesi gerekecekti; çünkü bu şey, bilimin bildiği hiçbir hücre-büyümesinin ürünü değildi. Mineral yenilenmesi diye bir şey neredeyse yoktu ve aradan geçen belki de kırk milyon yıla karşın iç organları olduğu gibi duruyordu. 

Deriye benzer görünüm, bozulmazlık ve çürümezlik bu Şey’in yapısal bir özelliğiydi ve omurgasızların Paleojen devirde geçirdikleri, bizim tahmin sınırlarımızı fersah fersah aşan olağanüstü bir evrimin sonucu olmalıydı. Başlangıçta, Lake’in bulduğu her şey kupkuruydu ama çadırın sıcak havasının etkisiyle yaratığın zarar görmemiş tarafında keskin ve pis kokulu organik bir ıslaklık görüldü.

Bu, kan değildi ama kuşkusuz aynı işi gören kıvamlı, koyu yeşil bir sıvıydı. Lake araştırmanın bu noktasına geldiğinde, kampın yakınlarındaki henüz tamamlanmamış ağıla götürülmüş olan 37 köpeğin hepsi birden çılgınca havlamaya başladı ve aradaki uzaklığa rağmen etrafa yayılan bu kekre kokudan huzursuzlandılar.

Bu alelacele yapılan parçalara ayırıp inceleme işi, tuhaf yaratığın tanımlanmasına yardımcı olmak şöyle dursun, esrarı daha da koyulaştırdı. Dış organlarıyla ilgili bütün tahminler doğruydu, bu durumda hiç duraksamadan bunun bir hayvan olduğu söylenebilirdi, ama iç yapısının incelenmesi bunun bir bitki olduğuna dair o kadar çok kanıt ortaya koydu ki, Lake kelimenin tam anlamıyla şaşırıp kaldı. Sindirim ve dolaşım sistemine sahipti ve atık maddeleri denizyıldızını andıran tabanında bulunan kırmızımsı borulardan dışarı atıyordu.

Üstünkörü bir bakışla solunum sisteminin karbon dioksitten çok oksijen kullanmış olduğu söylenebilirdi; hava depolama odacıkları bulunduğunu ve solunumu dış deliklerden, en azından tamamen gelişmiş başka iki sisteme -solungaçlara ve gözeneklere- kaydırmış olduğunu gösteren ilginç kanıtlar vardı. Açıkçası bu hem suda hem karada yaşayan bir canlıydı ve muhtemelen uzun süreli havasız kış uykularına da uyum sağlamıştı.

Ses organları, ana solunum sistemiyle bağlantılıya benziyordu, ancak, hemen sonuca ulaşmayı engelleyen bazı anormallikler göze çarpıyordu. Heceli konuşma yeteneğine sahip olduğu pek söylenemezdi, ama çok geniş bir yelpazede müzikal ıslık sesleri çıkarması oldukça akla yakındı. Kas sistemi olağanüstü gelişmişti. Sinir sistemi, Lake’in şaşkınlıktan ağzını bir karış açık bırakacak kadar karmaşık ve gelişkindi. Bazı bakımlardan aşırı ilkel ve gelişmemiş olmakla birlikte, çeşitli işlevleri yerine getirecek şekilde farklılaşmış olduğunu düşündüren bir dizi sinir düğümü ve bağlantıları bulunuyordu. Beş loplu beyni şaşılacak kadar gelişmişti ve dünyadaki hiçbir organizmada görülmeyen işlevleri, başın- daki kıla benzer organlarla yerine getiren duyu organlarına sahipti. 

Muhtemelen beşten fazla duyusu vardı; dolayısıyla davranış biçimi, mevcut organizmalarla karşılaştırmak suretiyle kestirilemezdi. Lake bunun çok duyarlı ve kendi ilkel dünyasında günümüzün karıncaları ve arılan gibi son derece farklılaşmış işlevlere sahip bir yaratık olduğunu düşündü. Bu yaratık bitki crypto özellikle de kanatlarının ucunda spor keseleri bulunan pterodaphytler gibi üremişti ve bir thallus veya prothallustanf gelişmiş olduğu açıktı.

Ama bu yaratığa bu aşamada bir isim vermek, çılgınlıktan başka bir şey değildi. Bir ışınlıya benziyordu ama belli ki ışınlıdan daha ileri bir şeydi. Kısmen bitkiydi, ama dörtte üçü temel olarak hayvan yapısındaydı. Deniz kökenli olduğunu, simetrik hatları ve diğer bazı özellikleri açıkça gösteriyordu; ama yine de, sonradan sağladığı uyumun sınırları tam olarak söylenemezdi. Sözgelimi kanatları, uçtuğunun güçlü bir göstergesiydi. 

Yeni doğmuş bir dünyada bu yaratığın korkunç karmaşık evrimini Arkeen kayalarda iz bırakacak kadar erken bir dönemde nasıl tamamlamış olduğu, öylesine aklın almayacağı bir şeydi ki Lake, hiç mantıksal olmasa da, yıldızlardan süzülüp gelen ve bir şaka olarak ya da kazayla dünyadaki yaşamı yaratan “Yüce Eskiler”le ilgili eski zaman efsanelerini ve Miskatonic Üniversitesi İngilizce Bölümünden halk bilimci bir meslektaşının Tepelerdeki Dışarı’dan gelen kozmik varlıklarla ilgili çılgın öykülerini anımsamadan edemedi.

Doğal olarak, Lake “Prekambriyen izler”in bu numunenin daha az evrimleşmiş bir atası tarafından bırakılmış olması olasılığını düşündü ama daha eski fosillerin ileri yapısal özelliklerini düşününce bu fazlasıyla basit kuramı hemen bir yana bıraktı. Daha sonraki izler, başka bir anlamı yoksa, ilerlemeden çok bir yozlaşmayı gösteriyordu. Ayak yerine geçen organ küçülmüş ve yaratığın tüm morfolojisi kabalaşıp, basitleşmişti.

Dahası, biraz önce incelemiş olduğu sinirlerin ve organların, daha karmaşık biçimlerin gerilemesiyle oluştuğu gün gibi açıktı. Dumura uğramış, işlevini yitirmiş parçalar şaşılacak bir çoğunluktaydı. Toplam olarak çok az şey çözülebilmişti; Lake geçici bir ad bulabilmek için mitolojiye başvurdu ve bulduğu şeylere şaka yollu “Eskiler” adını verdi.

Sabah 2.30’da çalışmayı erteleyerek biraz dinlenmeye karar vermiş olan Lake, parçalara ayırdığı organizmanın üzerini bir muşamba ile örttü, laboratuvar çadırından çıktı ve el değmemiş haldeki numuneleri yeni bir ilgiyle inceledi. Batmayan kutup güneşi dokularını yumuşatmaya başlamıştı, ama sıcaklığın neredeyse sıfırın altında olması nedeniyle, Lake çabucak bozulmaları tehlikesinin olduğunu sanmıyordu. Yine de parçalanmamış numuneleri bir araya toplayarak dolaysız güneş ışınlarından korumak için üzerlerini yedek bir çadırla örttü. 

Bu, yaratıklardan yayılabilecek kokuları, barınaklarının etrafındaki kardan duvarları daha çok adamla alelacele yükseltilen ve aradaki bunca mesafeye rağmen, hasmane huzursuzlukları gerçekten bir sorun olmaya başlayan köpeklerden uzak tutmaya da yardımcı olacaktı. Rüzgâr çadır bezini uçurmasın diye köşelerine ağır kar blokları koyması gerekiyordu; çünkü dev dağlardan korkunç bir kasırga kopacağa benziyordu. 

Ansızın patlayıveren Antarktika fırtınalarından duyulan başlangıçtaki kaygılar yeniden canlandı ve Atwood’un gözetiminde çadırların, köpeklerin yeni ağılının ve derme çatma uçak korunaklarının dağa bakan taraflarının karla berkitilmesi için gereken önlemler alındı. Çalışmaların düzensiz olduğu bir zamanda sert kar bloklarıyla yapımına başlanmış olan bu korunaklar, olmaları gereken yükseklikte değildi; Lake sonunda adamların hepsini diğer görevlerden alarak bu işi tamamlamaya verdi.

Lake, telsiz bağlantısını kesmeye hazırlanarak, sığınak duvarlarının biraz daha yükseltilmesinden sonra ekibinin dinlenmeye çekileceğini söyleyerek, bu süre içerisine bizim de dinlenmemizi salık verdiğinde saat dördü geçiyordu. Pabodie ile Lake, esirl56] üzerine dostça sohbet ettiler ve Lake, yaptığı keşifte kendisine yardımcı olan gerçekten harika sondaj makinesi için Pabodie’ye övgülerini yineledi. Atwood da selam ve övgülerini iletti. Ben de batı yolculuğu konusunda haklı olduğunu itiraf ederek büyük bir içtenlikle Lake’i kutladım ve hepimiz ertesi sabah saat onda telsizle haberleşme konusunda anlaştık. 

O zamana kadar fırtına dinecek olursa üssümdeki adamları almak için Lake bir uçak gönderecekti. Dinlenmeye çekilmeden hemen önce bugünkü haberlerin dış dünyaya yumuşatılarak iletilmesi yolunda Arkham’a bir telsiz mesajı yolladım; çünkü kesin olarak doğrulanmadıkça ayrıntıların tamamının verilmesi bir kuşku dalgasına yol açabilirdi.

O gece hiçbirimiz, öyle sanıyorum ki, derin ve deliksiz bir uyku uyuyamadık hem Lake’in keşfinin yarattığı heyecan, hem şiddetini git gide artıran fırtına buna olanak tanımadı. Fırtına bizim bulunduğumuz yerde bile öylesine vahşi bir şiddetle esiyordu ki, bu fırtınayı doğuran ve üzerimize gönderen bilinmeyen yüce dorukların yanı başındaki Lake’in kampında kim bilir nasıldır diye düşünmekten kendimizi alamadık. 

Mc Tighe saat onda uyanıktı ve kararlaştırıldığı gibi Lake’le telsiz bağlantısı kurmaya çalıştı, ama batı yönündeki fırtınalı havanın elektrik yükü iletişimi engelliyordu. Ama, Arkham’la iletişim kurduk ve Douglas da Lake’e ulaşma çabalarının sonuç vermediğini söyledi. Fırtına konusunda hiçbir fikri yoktu; çünkü, bulunduğumuz yeri öfkeyle kasıp kavurmaya devam etmesine karşın, Mc Murdo Koyu’nda çok hafif bir rüzgâr esiyordu.

Gün boyu hepimiz endişe içerisinde telsizden gelecek sesi bekledik ve zaman zaman Lake’e ulaşmaya çalıştık, ama hiçbir başarı elde edemedik. Öğleye doğru batıdan kopan çılgın bir rüzgârın kampımızı yerle bir edeceğinden korktuysak da rüzgâr sonunda yatıştı ve sadece öğleden sonra iki sularında şöyle bir yeniden canlanır gibi oldu. Saat üçten sonra hava oldukça sakindi, o zaman Lake’e ulaşma çabalarımızı iki katına çıkardık. Lake’in elinde mükemmel kısa dalga vericilerle donatılmış dört uçak olduğunu düşündüğümüzden, tüm bu telsizleri aynı anda kullanılmaz hale getirebilecek bir kazayı aklımız almıyordu. Yine de bir ölüm sessizliği sürüyordu ve o civarda esen rüzgârın delice gücünü düşününce, en korkunç ihtimalleri aklımıza getirmekten kendimizi alamıyorduk.

Altıya doğru korkularımız elle tutulur hale gelmişti, telsizle Douglas’a ve Thorfmnssen’e danıştıktan sonra araştırmaya başlamaya karar verdim. Mc Murdo Koyu’ndaki erzak deposunda Sherman’la iki denizciye bıraktığımız beşinci uçak iyi durumda ve kullanıma hazırdı; öyle görünüyordu ki içinde bulunduğumuz durum, bu uçağın saklanma nedeni olan acil durumun ta kendisiydi. Sherman’la telsiz bağlantısı kurdum ve ona güney üssündeki iki denizciyi de alarak mümkün olan en kısa sürede uçakla bana gelmesini emrettim; hava koşulları oldukça uygun görünüyordu. 

Sonra, araştırmaya katılacak kişiler üzerinde konuştuk ve yanımda alıkoyduğum kızak ve köpeklerle birlikte, herkesi bu araştırmaya dahil etmeye karar verdik. Bu kadar büyük bir yük bile ağır makineleri taşımak için özel siparişle imal ettirdiğimiz bu kocaman uçaklardan birine fazla gelmeyecekti. Bu arada zaman zaman telsizle Lake’e ulaşmaya çalıştım ama hiçbir sonuç alamadım.

Gunnarsson ve Larsen adlı denizcilerle birlikte Sherman 7.30’da havalandı ve uçarken zaman zaman uçuşun normal seyretmekte olduğunu rapor etti. Üssümüze geceyarısı vardılar ve hep birlikte, bir sonraki adımımızı tartıştık. Bir dizi üs olmadan Antarktika üzerinde bir tek uçakla uçmak çok tehlikeliydi ama hiç kimse gerekliliği apaçık belli olan böyle bir işe katılmaktan kaçınmadı. Ön hazırlık olarak uçağa bazı yükleri yükledikten sonra, saat ikide kısa bir süre dinlenmek için çadırlara girdik, ama dört saat sonra yükleme ve toplanma işini tamamlamak üzere yeniden ayaktaydık.

25 Ocak sabahı saat 7.15’de on adam, yedi köpek, bir kızak, bir miktar yakıtla erzak ve telsiz donanımı dahil daha birçok malzemeyle birlikte Mc Tighe’nin pilotluğunda kuzeybatıya doğru uçmaya başladık. Hava açık, sakin ve oldukça ılıktı; kampın koordinatları olarak Lake’in verdiği enlem ve boylama ulaşmakta pek fazla zorlukla karşılacağımızı sanmıyorduk. Yolculuğumuzun sonunda bulacağımız şeyden, ya da hiçbir şey bulamamaktan kaygılanıyorduk; çünkü kampa yaptığımız tüm çağrılar yanıtsız kalmaya devam ediyordu.

Bu dört buçuk saatlik uçuşun her olayı, hayatımdaki tuttuğu önemli yer nedeniyle, belleğime kazınmıştır. Bu uçuş, doğayla ilgili bildik kavramlar ve doğal yasalar yoluyla edindiğim huzuru ve dengeyi elli dört yaşımda kaybedişimi işaret ediyordu. O andan itibaren onumuz da -ama en fazla öğrenci Danforth’la ben- duygularımızdan hiçbir şeyin silemeyeceği ve elimizden gelirse genel olarak insanlarla paylaşmaktan kaçınacağımız, pusuya yatmış, son derece iğrenç bir dehşet dünyasıyla karşı karşıya kalacaktık. 

Gazeteler, uçuş halindeyken gönderdiğimiz, fasılasız uçuşumuzu; havanın üst katmanlarında tehlikeli fırtınalarla giriştiğimiz iki boğuşmayı; üç gün önce Lake’in yolculuğunun ortasındayken açtığı sondaj çukurunun bulunduğu kırık yüzeyin uzaktan gözümüze ilişmesini; donmuş, uçsuz bucaksız yaylalarda rüzgârın önüne katılıp sürüklenen, Amundsen’le Byrd’ün de dikkatlerini çekmiş olan pamuk gibi bir grup tuhaf silindirik kar kütlelerini görüşümüzü anlatan bültenleri yayımladı.

Ama sonunda, duygularımızı basının anlayabileceği sözcüklerle ifade edemeyeceğimiz bir noktaya ulaştık ve bundan sonra mesajlarımıza kelimenin tam anlamıyla sansür uygulamak zorunda kaldık. İlerimizdeki uğursuz görünüşlü konilerin ve zirvelerin oluşturduğu düzensiz hattı ilk fark eden denizci Larsen oldu; onun haykırışları, herkesin büyük kabinli uçağın pencerelerine üşüşmesine yol açtı.

Hızımıza rağmen, dağlar çok yavaş büyüyordu, bu yüzden onların çok ama çok uzakta olduklarını ve sırf anormal yükseklikleri nedeniyle bu uzaklıktan görünür olduklarını anladık. Ama yine de çeşitli, çıplak, soğuk, kara doruklarım seçmemize, arkasındaki yanardöner buz tozu bulutlarına karşı kızılımsı kutup ışığının esinlediği tuhaf bir hayal gördüğümüzü düşünmemize yol açarak batı göğünde yavaş yavaş yükseldiler. 

İnsan ne tarafa baksa, her an kendini açığa vuracakmış gibi duran etkileyici bir gizliliğin ipuçlarını görüyordu; karabasanı andıran bu ince kuleler yasak düş âlemlerine ve uzak zamanların, uzayın ve çok boyutluluğun korkunç uçurumlarına açılan dehşet verici bir geçidi işaret ediyorlardı sanki. Bunların kötü şeyler -uzak yamaçları lanetli, sonsuz bir uçurum gibi görünen delilik dağları- olduğunu düşünmekten kendimi alamadım. Bu kaynayan yarı ışıklı bulutların oluşturduğu arka plan dünyaya ait bir uzamdan çok, belli belirsiz soyut uzaklıklarla ilgili tarifsiz çağırışımlara yol açıyor, muazzam bir uzaklığı, ayrılığı, yalnızlığı ve bu insan ayağı değmemiş uçsuz bucaksız güney dünyasında milyarlarca yıldır hüküm süren ölümü anımsatıyordu.

BU İÇERİĞİ NE KADAR BEĞENDİNİZ?

Puanlamak için bir yıldıza tıklayın!

Ortalama değerlendirme 0 / 5. Oy sayımı: 0

Şu ana kadar oy yok! Bu gönderiye ilk oy veren siz olun.

Bu yazı sizin için yararlı olmadığı için üzgünüz!

Bu gönderiyi geliştirelim!

Bize bu yazıyı nasıl geliştirebileceğimizi söyleyin?

Keşfet

ParanormalHaber sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et

ParanormalHaber sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et