Cinlerin Savaşı

471
5
(1)

Cinlerin Savaşı, 8

Daha Emin hoca köye yaklaşmadan; Davut, hocanın ayaklarına kapandı. Bizim cübbeli hoca da koşmaya başlayınca ben ne yapacağımı şaşırdım. Hocanın arkasından gidip yetişmeye çalıştım. Emin hoca öylesine heybetliydi ki şeytanın bile onu görünce yolunu değiştirmesini anlayabiliyordum. Yüzünden nur akıyordu. Cübbeli hoca ile Davut, resmen hocanın ayağına kapanma yarışına girmişlerdi. 

Hoca ikisini de doğrultmak için eğildiğinde hocanın ellerini öpmeye başladılar.  Ben de çok geçmeden onlara yetiştim ama ne yapacağımı bilmiyordum. Emin hoca, cübbeli hocaya “Ezanı oku, namazımızı geciktirmeyelim.” diyerek, benimle göz göze gelmeksizin sanki ben orada yokmuşum gibi yanımdan geçti gitti.

Emin hoca hakkında kısa bir bilgi vereyim nasıl göründüğü ile ilgili: Ben Davut’un göğüs kısmına geliyorsam, Davut da hocanın omuzlarına anca geliyordu. Emin hoca; göbeksiz, sırtı dik, omuzları geniş, yüzü tertemiz bir hocaydı. Sakalları bembeyaz ve göbeğinin üstüne kadar iniyordu. Hoca yaşlı gözükmüyordu. 50’Ii yaşlarında gösteriyordu. 

Sakalları olmasa belki daha genç dururdu. Kaşları kalındı, alnının üzerinde yedi çizgi vardı. Kafasında yeşil bir sarık vardı. Üzerinde ise keçeden yapılmış, renkleri birbirine karışmış bir hırka vardı. Hoca akşam ezanını okuduktan sonra; hocalar, ben, Davut ve alkarısının oğlu; hep beraber köyün girişinde namaza durduk. Emin hoca hırkasının içinden lavaş ekmeği çıkardı. 

Mübarek; böldükçe ekmeği, ekmek hiç azalmadı. Toplam yedi kişi karnını doyurdu o ekmekle. Önce biraz Kuran okundu. Ama ben gerilmeye başlamıştım. Çünkü gaybın kapılarının açılmasına dakikalar kalmıştı. İfritler saat 11 gibi basmışlardı önceki gece evi. Bu gece de aynı saatlerde gelirler diye düşündüm. Ben bu düşünceler ile boğuşurken Emin hoca gür sesiyle “Hak bir çaresini bulur. Şeytanın soyundan gelen Şeytan gibi lanettir.” dedi. 

Hoca resmen aklımı okumuştu. Tam ben konuşacakken, alkarısının sahibi olan hoca konuşmaya başladı. Olayları benim yapabileceğimden daha düzgün bir üslup ile anlattı. Emin hoca bana dönüp “Sen mi onlara gittin onlar mı sana geldi?” diye sordu. Ben de askeriyedeki olayı anlattım. Emin hoca beni dinledikten sonra hiç yorum yapmadı. 

“Yatsıyı kaçırmayalım. Mümkün mertebe erken kılalım. Ziyarete geldiklerinde kılamayız.” dedi. O an Emin hocanın gece yanımızda kalacağını anlamıştım. Yatsıyı da kıldık. Gece ayazı üzerimize inince, hocalar camiye geçti ve okumaya devam ettiler. Cübbeli hoca beni ahırın oraya yolladı. Fakat bu sefer Emin hoca, Davut ile alkarısının oğlunu yanına alıp, ileri doğru yürümeye başladı. 

Ben hemen cübbeli hocanın yanına koştum ne olduğunu anlamak için. Bizi yalnız bıraktıklarını, beni cinlere teslim edeceklerini zannetim. Meğer Emin hoca, sis çöktüğünü görüp, ifritlerin geldiğini anlamış. Onlar köye varmadan karşılaşmak istemiş. Ama “Karşılaşınca ne yapacağını kendi bilir.” dedi cübbeli hoca.

Bana ahıra girmemi söyledi. Ahırın kapıları hocanın okuyup düğümlediği halatlar ile bağlanmıştı. (Alkarasının sahibi olan hoca) Ahırın oradan izliyordum olanları. Daha önce ifrit cin görmemiştim. Evi bastıklarında camları olmayan odaya saklandığımdan; onları görme imkanım olmamıştı. Ama ahırın içinden her şey görünüyordu. 

Emin hoca sisin içinde kayboldu. Köyün girişine 250 metre kala sis durdu ama ötesi gözükmüyordu. Aradan çok geçmeden Emin hocanın sesini duymaya başladık. Öyle gür sesi vardı ki çok net duyuluyordu. Hoca bağırarak Felak ve Nas surelerini okuyordu. Davut ile Faezeh kavga ederken çıkan sesleri duymaya başladık. 

Emin hocanın sesi ifritlerin çığlıklarını bastırsa da o sesin verdiği kasvetli hava bana resmen acı veriyordu. Çığlıklar yavaş yavaş uzaklaşır gibi derinleşe derinleşe azalmaya başladı. Bir süre sonra sesler kesilince sis de dağıldı. Emin hoca, Davut ve alkarısının oğlu ile geri yürüyordu. O an bir rahatlama geldi bana. Emin hoca cinlerle savaşıp yendi diye düşünürken bir anda köyün arka tarafında bir patırtı koptu. 

Hocaların okudukları yere taş yağmaya başladı. Resmen gökten taş yağıyordu. Alkarısının sahibi olan hoca kendini dışarı atarken, diğer hoca (Davut’un sahibi olan ilk hoca) içeride kalmıştı. Cinler önce kaçıp, köyün arkasından dolanıp, köyü basmışlardı. Ben hemen ahırda görünmeyecek şekilde saklanıp, saman çuvallarının altına girdim.

Cübbeli hoca köyün en yüksek binasının tepesine çıkıp, “Allahu ekber kebira”yı okumaya başladı. O an Emin hoca taşların yağdığı yerin önüne geçerek kendini siper etti. Taşlar Emin hocaya doğru geliyor ama hocaya çarpmadan yere düşüyordu. Taşlar bile Emin hocadan çekinip ona zarar vermekten korkar gibi ya yön değiştiriyor ya da hemen önüne düşüyordu. 

Yüzlerce taşa kendini siper etti ama hiçbir taş ona çarpmadı. Bu sefer cübbeli hocanın oraya da taş atmaya başladılar. Emin hoca kendini iki yere birden siper edemediği için alkarısının oğlu ile Davut’a “Koşun! Siper yapın!” dedi. “Bu köyde bu gece Kuran sesi işitilmez ise hepimizi çarpacaklar.” dedi ve hemen Felak ve Nas surelerine başladı. 

Hocalardan dışarı kaçabilen, bir köşede okurken cübbeli hoca en yüksek çatıda “Allahu ekber kebira” okuyor, Emin hoca ise Felak ve Nas surelerini okuyordu. Ortalığa sis çökmeye başladı. O an en korktuğumuz andı. Eğer sis çökerse cinler bizlere görünmeden hareket edebilirdi. En azından ben göremezdim. 

Tam o korku ile kafamı kaldırıp bakmışken, Emin hoca iki elini kulaklarının arkasına götürüp “Allahu ekber” diye en gür sesi ile bağırdı. Hayatımda böyle bir bağırışı, böyle bir gür sesi ilk defa duymuştum. Kulakları yırtan o ses sanki Emin hocanın son anına kadar sakladığı bir şeydi. Hocanın ağzından çıkan nefes, tüm sisi dağıttı. 

Taş yağmuru durdu. Hoca bir adım ileri atıp bir “Allahu ekber” daha dedi. Sis kalktığında, tam hocanın 100 belki 150 metre ötesinde, hayatımda bir daha görmemek için günde saatlerce dua ettiğim varlıklar vardı. Hem de binlercesi. Hoca her “Allahu ekber” dediğinde elleri ile yüzlerini kapatıyorlardı. Kaskatı kesildim. 

Ayakları toynak şeklinde, bedenleri çıplak ve tüylü, kemiklerinin bazıları dışarıda, kanbur, elleri diz kapaklarına kadar uzun, boyunları şekilsiz ve uzun. Kafaları koç kafası gibi dört boynuzlu, göz çukurlarının içi boş, uzun kulakları kuzu kulağına benzeyen, saçları olmayan, ucubelerin en çirkini varlıkları gördüm. 

Hatırlamamak için uzun zamandır gördüğüm tedavi dolayısı ile şimdi daha fazla detaya girmek istemiyorum. Hoca “Allahu ekber” çekerek üzerlerine yürümeye başladı. Hoca yedinci adımı atınca durdu. Farsça bir şeyler söylemeye başladıktan sonra, yerden eline aldığı ucu sivri bir kaya parçası ile bileğini kesip kanını akıtarak köyün etrafında hızlıca dolaştı.

Resmen ifrit cinlerin topluluğuna karşı tehdit edercesine konuşuyor bizleri korumaya çalışıyordu. Cinler o yere dökülen kana yaklaşamadılar bile. Bir süre sonra aralarından birinin yanaştığını gördük. Emin hoca öne çıkınca ifrit cin uzaktan bir şeyler söyledi. Sonra kabilesine döndüğünde hepsinin uzaklaştığını gördük. Cübbeli hocanın yanına gittim. 

Davut ortalıkta yoktu. Alkarısının oğlu ve cübbeli hoca Davut’un taş atanların olduğu yöne doğru koştuğunu söylediler. Davut’u aramaya çıkamadık çünkü kan ile çizilen yeri sabah ezanından önce geçemezdik. O arada öteki hoca (Alkarısının sahibi hoca) camiden, beni ilk önce evine davet eden hocanın (Davut’un sahibi olan hoca) cansız bedenini çıkarıyordu. 

BU İÇERİĞİ NE KADAR BEĞENDİNİZ?

Puanlamak için bir yıldıza tıklayın!

Ortalama değerlendirme 5 / 5. Oy sayımı: 1

Şu ana kadar oy yok! Bu gönderiye ilk oy veren siz olun.

Bu yazı sizin için yararlı olmadığı için üzgünüz!

Bu gönderiyi geliştirelim!

Bize bu yazıyı nasıl geliştirebileceğimizi söyleyin?

Keşfet

  1. Anonim says

    Bunu ekşi sözlükte ilk okuduğumda üç gün uyuyamadım

ParanormalHaber sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et

ParanormalHaber sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et