Cinler Beni Çağırıyorlar
Cinli Korku Hikayeleri – Bir grup gencin, gece yaptıkları cin muhabbetinin ardından, kendilerine musallat olan cinler ile yaşadıklarını anlatan yaşanmış korku hikayesi.
Lise ikiye gidiyordum. Şehir değiştirmiş, devlet parasız yatılı kazanmış bir öğrenciydim. Dersler iyi sayılabilirdi. Pansiyonda 4. koğuşta kalıyorduk. Normal odaların aksine bizim oda pimapen kapıyla ikiye ayrılmıştı. Tek giriş kapısı vardı. Diğer tarafa geçmek için bizim kaldığımız odadan geçiyorduk. Üç yatak, üç dolap bir tarafta üç yatak, üç dolap diğer tarafta.
Ama biz beş kişi kalıyorduk odada. Volkan, Şener, Kurtuluş pencere tarafında, Şükrü ve ben kapının olduğu odada kalıyorduk. Samimiyetimiz iyiydi. Bu yüzden genelde pencere tarafında oturup orada sohbet ederdik. Bir cuma akşamıydı. Okuldan sonra aramızda para toplayıp abur-cubur falan alıp sabaha kadar sohbet edelim diye söz aldık birbirimizden.
Alışverişi yapıp pansiyona geldik. Pencereli odada buluşup sohbete başladık. Şudur budur derken belletici hoca geldi “yat yoklaması”nı aldı. “Geç kalmayın, uyuyun” filan dedi. “Hocam, yarın okul yok. Öğlene kadar yatarız” filan dedik biz de. Hoca gitti. Konu konuyu açtı. Saat bayağı geç oldu. Cindir, peridir konuşmaya başladık… Yalan yanlış bildiğimiz hikayeleri filan anlatıyoruz birbirimize.
Korkuyoruz ama dinlemekten de konuşmaktan da vazgeçmiyoruz. Volkan’ın uyurgezerliği vardı. Pansiyon, binanın ikinci katındaydı. Bazen Volkan’ı yatakta göremezdik. İlk başlarda korkuyorduk ama sonra bu duruma alıştık. Alay konusu filan ettik hatta kendi aramızda. Hocalara bu durumu açıp, odanın anahtarını da almıştık. Volkan dışarı çıkmasın diye geceleri odayı kilitliyorduk.
Muhabbetimiz iyice uzadı. Saat sabaha karşı dört buçuk, beşe doğru yaklaşıyordu. “Uyuyalım artık” filan dedik. Ben çok korktuğum için bu tarz muhabbetlerden “Ben yatağa gitmem” dedim. “Diğer tarafta korkuyorum. Işık açık kalsın. Siz uyuyun, ben kız arkadaşımla mesajlaşacağım” dedim. “Tamam” dediler. Şükrü değişik bir arkadaşımızdı. Pek din kitap bilmezdi.
“Başlarım cinine perisine!” dedi. Küfür filan etti. “Yapma oğlum!” Şöyle böyle filan dedik. Şükrü yan tarafa uyumaya gitti tek başına. Ben de oturdum, kız arkadaşımla mesajlaşıyordum. Herkes uyudu, bir 20 dakika filan geçmişti ama ben de hala bir korku vardı. Koğuşun kapısı bozuktu. Çok sert basmadığın sürece açılmazdı hatta bazen hiç açılmazdı. Tekme attığımız bile olurdu.
Kapının açıldığını duydum. Kafamı uzattım, bir şey görünmüyordu. Şükrü kapıyı açık unuttu galiba dedim, pek önemsemedim. Sonra diğer pimapen kapı da açıldı yavaşça. Koğuşların olduğu koridorun penceresi açık sandım çünkü içeri rüzgar girmişti. Rüzgarı hissetim. Dışarıda hafif yağmurlu, rüzgarlı bir hava vardı. Kalktım iki kapıyı da kapattım. Tam arkamı döndüm; Volkan uyandı.
Gözleri kocaman açılmış, bana bakıyordu. “Yanımda yatan kim” diye sordu. Volkan’ın uyurgezerliğine alışık olduğum için “Saçmalama oğlum! Yanında kimse yatmıyor. Uyu hadi!” dedim. Volkan, yemin ederek yanında birinin yattığını, yüzünün görünmediğini, dişlerinin bile simsiyah olduğunu söyledi. Korkmaya başlasam da “Volkan, bi’ şey yok. Yat, uyu.” filan diyorum ben hala.
Bu ara Volkan ayağa kalktı “Beni çağırıyorlar” dedi. “La’ oğlum saçmalama! Kimse çağırmıyor seni. Yat, uyu.” filan diyorum hala. Volkan birden hızlı adımlarla kapıya yöneldi. Genelde uyurgezerliği vardı ama yavaş hareket ederdi. Bu sefer bir tuhaflık vardı. Volkan tam pimapen olan kapıdan çıkacakken belinden yakaladım “Dur!” diye bağırıyorum, Volkan beni sürükleyerek gitmeye devam ediyordu.
Diğer arkadaşlara bağırmaya başladım. “Şükrü uyanın oğlum! Volkana bi’ şey oldu!” diyorum. Bu sırada Ķurtuluş uyandı ve “Volkan’ın yatağındaki kim?” dedi. “Volkan! Yatağında sen kimi tutuyorsun” filan demeye başladı. Ben bir yandan Volkan’ı tutmaya çalışırken dönüp yatağa baktım; yatakta kimse yoktu. Bağırmalar filan olurken Şener uyandı “Koş hocaya haber ver! Odada bir şeyler oluyor!” dedim.
Şener yataktan fırlayıp hocayı çağırmaya gitti. Bu arada Kurtuluş, Volkan’ın yatağına bakıp, hiç hareket etmeden duruyordu. Volkan hala beni çekiştirmeye çalışıp “Bırak beni! Beni çağırıyorlar! Gitmem gerek!” diye bağırıyordu. Bir yandan da bana vurmaya, elimden kurtulmaya çalışıyordu. Aklıma birden Şükrü geldi. Volkan’ı tutacak gücüm kalmamıştı. “Şükrü!” diye bağırdım ama ses gelmedi.
Şükrü yatakta yoktu. Birden dışarıdan bir cam kırılma sesi geldi. Bu sırada hoca da gelmişti. Tesadüf mü kader mi bilmiyorum ama o gün belletici hoca din kültürü hocamızdı. Normal din kültürü hocalarının aksine çok çok fazla bilgili biriydi. Elinde kırmızı kaplı eski bir kitabı vardı. Onu hiç ayırmazdı yanından. Kitapla içeri girdi. Volkan’ı yakalayıp; Şener, ben ve hoca zar zor yatağa yatırdık.
Normalde şakalaşırken bile tek başıma çok rahat gücüm yeten Volkan’ı üç kişi zor zapt ediyorduk. Hala “Bırakın beni! Gitmem gerek! Beni çağırıyorlar aşağıdan!” diye bağırıyordu. Hoca, kitabı açıp Arapça bir şeyler okumaya başladı. Okudukça Volkan sakinleşiyordu. Beş dakika filan okuduktan sonra Volkan uyudu. Gözleri kıpkırmızı olmuştu ama Volkan’ın… Aklıma Şükrü’nün yatakta olmadığı geldi.
“Hocam Şükrü yatakta yok! Dışarıdan cam kırılma sesi geldi!” dedim. “Koş!” dedi. Pansiyonun giriş kapısı alüminyumdu. Üst tarafı da camdı. Cam kırılmış ve kan izleri vardı. Kapı kilitliydi. Hoca anahtarla kapıyı açıp koşmaya başladı. Bir yandan koşuyor bir yandan da hala Arapça bir şeyler söylüyordu. İleride Şükrü’yü yerde yatıyor halde bulduk. Kollarında camın kestiği izler vardı.
“Kaldır” dedi hoca kaldırdık beraber Şükrü’yü. Bu ara seslere pansiyondan birkaç kişi daha uyanmıştı. Onlar da yardım etti. “N’oldu” filan diyorlarken hoca “Konuşmayın” dedi. Ama o Arapça kelimeleri hala tekrar ediyordu. Sürekli sürekli devam ediyordu. Şükrü’yü Volkan’ın yanına, Şener’in yatağına yatırdık. Kurtuluş, sessiz oturur vaziyette; gözlerini bir yere dikmiş bekliyordu.
Volkan hala uyuyor; Şener, Volkan’ın başında bekliyordu. Hoca “Gidin! Pamuk filan bir şeyler getirin.” dedi. Sonra o eski kitabı açıp, tekrar okumaya başladı. Şükrü nefes alıyordu ancak baygın gibiydi. Sesleniyorduk uyanmıyordu. Ben korkudan titremeye başlamıştım. Hoca okudukça üzerimde sanki bir yük varmış da alıyorlarmış gibi hafifledim. Sonra uykuya daldım. Uyandığımda hastanedeydik.
Bütün öğretmenler, Müdür, Müdür Yardımcıları toplanmış, acil müdahalede bekliyorlardı. Şener hariç dördümüz de yatakta yatıyorduk. Kollarımızda birer serum vardı. Uyanır uyanmaz “Ne oldu hocam?” dedim. “Gece siz ne yaptınız?” dedi. Şener söylemiş zaten “Cin muhabbeti filan yaptık hocam” diye. Şükrü’nün sırtını gösterdi.
Normal insan elinden biraz daha büyük, kıpkırmızı bir el izi vardı Şükrü’nün sırtında. “Cinler gelmiş size. Eğer ben olmasaydım hepinizi öldürebilirlerdi” dedi. “Volkan’ı tutmasaydın, Volkan da Şükrü gibi olurdu” dedi. İki gün hastanede kaldık müşahede altında. Din kültürü hocamız hiç gitmedi yanımızdan. Okula geldik sonra. Bizi okuldan uzaklaştırdılar. Bir ay okula gidemedik.
Memleketlerimize gönderip dinlendirdiler. Bir yıl kekeleyerek konuştum olaydan sonra. Bir süre sonra düzeldi ama. Şükrü’nün sırtındaki o el izi iki yıl kadar kaldı. Psikolojimiz haricinde kimseye bir şey olmadı. Okula dönünce hepimizi ayrı ayrı koğuşlara verdiler. Ben dayanamayıp okulu bıraktım. Pansiyonda uyuyamıyordum. Din kültürü hocamız arayıp hala bir şeyler yaşayıp yaşamadığımı sorar.
Yerine kesinlikle koyduğumu bildiğim şeylerin kaybolduğu oluyor bazen. Bunu söylediğimde “Senle oyun oynuyorlar. Musallat olsalardı şimdiye kadar bu şekilde kalmazdın” dedi hocam. Annem bir hocaya götürüp muska yaptırdı. Banyo yaparken bile çıkarmıyorum…