Çiftlikte her gün yaptığımız işlerden sonra kuzeni bilardoya gitmek için ikna ettim. Gidip biraz bilardo oynadık. işte aklıma gelen fikir, burda uygulamaya koyuluyordu. Oyun bittikten sonra, bilardo toplarının yerlerini ezberleyip, çıkarken her zaman demir kapının üzerinde bulunan anahtarı kapıyı kilitleyip aldım. Bakalım ertesi sabah ne olacaktı? O gece her şey normaldi. Sabah 07:00’ye kadar babamlarla poker oynadık. Uyandığımda saat akşam üstü dört olmuştu. Hemen elimi cebime attım. Anahtar cebimdeydi. Kalkıp ilk iş alt kata yöneldim. Kapıyı açıp içeri girerken kalbim yerinden çıkacak gibiydi. Direkt bilardo masasına yönelip toplara baktım. Beklediğim şey olmuş, topların yerleri değişmişti.
Bu bana büyük bir kanıt olmuştu babamların anlattıklarının doğru olduğuna dair. O gün yine bir şey olmadı, normal geçti. Ama ertesi gün babam ve amcamla köye gidecektik. Ertesi gün babam, amcam, ben köye doğru yola koyulduk. Taşınacak şeyler varmış. O yüzden beni de yanlarına aldılar. Her şeyi beyaz kartalın bagajına yükledikten sonra, köydekilerle konuşacakları varmış kahveye oturduk dinliyoruz. Tayfun abi geldi. Bize çoğu inekleri satan adam. Biraz işlerden konuştuktan sonra, bayadır dillerde dolanan değirmendeki define hikayesini ikinci baskı yaptı…
Tekinsiz Değirmene Define Aramaya Gidişimiz
“Hüseyin abi (amcam), değirmenin hikayesini biliyorsun değil mi?” “Biliyorum Tayfun. Ne oldu ki?” “Abi oraya bir gitsek diyoruz.” “Çok tehlikeli be koçum. Onu düşündük ama cesaret edemedik.” “Abi ne olacak bea? Beş altı kişi gittik mi hiçbir şeycikler olmaz. Metal dedektörü de almış bizim Hamdi. Kazarız hep beraber.” “Bi düşünelim bakalım…” Uzun konuşmanın ardından, izinsiz kazı yasak olduğundan; gece 1 – 2 gibi gitmeye karar verdiler. Saat oldu gece 12. Çiftlik köyün biraz dışında kaldığından hemen hazırlıkları yapıp büyükbabamın o zamanlar yeni aldığı sıfır, bagajı geniş BMW’ye ye atlayıp, köyün yolunu tuttuk. Herkesi alıp değirmenin yolunu tutmamız 00:30’u bulmuştu. Baştan beri kötü bir şey olacağını biliyordum ama kimseye renk vermedim. “Korktu bu” demesinler diye. Zifiri karanlık, toprak yolda önümüzü farlarla zorlukla görüyoruz. Değirmene vardık.
Yüksek toprağın üzerine çıkarak farlar kapıyı aydınlatacak şekilde bıraktık arabayı. Bıraktığımız yer hafif eğimli, arabanın el freni çekik, vites R’de, inip bagajdan; kazma, kürek, dedektör ve çalı makasını aldık. Tayfun abi kapıdaki otları kesti. Hep beraber içeri doluştuk. Anormal hiçbir şey yoktu. Babam dedektörle biraz gezinip, öten yeri bulduktan sonra amcam eline kazmayı aldı. Tayfun abi, Hamdi abi ve ben elimizde küreklerle bekliyoruz. “Bismillahirahmanirrahim” diye amcamın ilk kazma darbesini yerdeki ince çatlaklı betona indirmesiyle… Arabanın alarmının çalmaya başlaması bir oldu. Bu kadar sağlam ve cuk oturan bir zamanlamayı hayatım boyunca hiç görmemiştim.
Panikle bir anda dışarı fırladık ve gördüğümüz, el freni çekik, geri viteste bıraktığımız arabanın, çürümeye yüz tutmuş tahtalardan yapılmış değirmene doğru kaymaya başlamış olmasıydı. Babam koşarak siyah BMW’nin açık camından kolunu sokarak inmiş el frenini çekti. Kazma kürek ne varsa orada bırakıp, apar topar arabaya doluştuk.
Tuhaf ve Korku Verici Olaylar Birbirini İzlemeye Başladı
Yolda, sessizliği bozan tek şey arabanın çalmaya devam eden alarmıydı. Ve arabada bir tuhaflık olduğu çok rahat anlaşılıyordu. Durduk yerde birden gaz veriyor, frene basıldığında ya aniden duruyor ya da hiç durmuyordu. Çiftliğe yaklaşık 500 metre kala zifiri karanlık çakıl—toprak yolun ortasında motor durdu. Motor durdu ama alarm ve korna çalmaya, kafamızı sikmeye devam ediyordu. Şaşkınlıkla ne olduğunu anlamaya çalışıyorduk. Ve kimsenin dışarı çıkmaya götü yemiyordu. Kimin yer ki gecenin 02:30’unda zifiri karanlık, Allah’ın unuttuğu bir yerde kalakalmıştık. Amcam daha fazla dayanamayıp arabadan indi, kaputu açıp akünün kutbunu çekti.
Alarm susmuştu ama farlar da gitmişti. Hamdi abi, babam ve amcam motora bakarken biz Tayfun abiyle arabanın bagajının arkasında fenerlerle etrafa bakıyorduk. Tek duyabildiğimiz; belli belirsiz birkaç köpek havlaması ve kurt ulumasıydı. Tayfun abiyle bir yandan etrafa bakıp, bir yandan da babamları dinleyerek kurt seslerini duymamaya çalışıyorduk. “Hamdi ne oldu lan bu arabaya?” “Valla ne bileyim Hüseyin abi ama hemen sorunu halledip gitmezsek sonumuz hiç iyi olmayacak bea.” “Hamdi haklı bir an önce siktirip gidelim burdan” konuşmalarıyla bilinçaltımdaki korkuyu bastırmaya çalışırken, Tayfun abinin sabit bir yere bakakaldığını ve bacaklarının titremeye başladığını gördüm.