Skip to content

Çiftlikteki Beyazlı Adamlar

Kapının önüne geldiğimde, içerdeki her şey zaten gözüküyordu. Ama bir tuhaflık göremiyordum. Dereye fırlattığım tabanca karşılığında babamın tekrar belime taktığı, bu sefer kurusıkı olan tabancayı çekip içeri girdim. Ne de olsa, dün akşamki hırsız olabilirdi. Salonda hiçbir değişiklik yoktu fakat mutfağın koyu kahverengi kapısı kapalıydı. Etrafı iyice kolaçan ettikten sonra altın sarısı işlemeli soğuk mutfak kapısının kolunu indirdim. Menteşeleri paslanmış ve çürümeye yüz tutmuş kapı büyük gıcırtılarla açıldı. Ve ben karşımda ne görüyordum biliyor musunuz? Normal dışı hiçbir şey. 

Evet; normal dışı hiçbir şey yoktu. Dün gece; soluk beyaz meyve desenli perdeye yansıyan sarı ışık kapatılmış, adeta hiçbir şey olmamışçasına her şey yerli yerindeydi. Aslında böyle olmasına daha çok şaşırmıştım çünkü bu kadar korkunun üzerine in-cin dolu bir ev bekliyordum. Arka odaları da kontrol ettikten sonra kapıyı kapatıp ahıra gittim. Remzi abi inekleri sağıyor, o vakum makinelerinin sesi altında kuzenimle muhabbet ediyordu. Amcam ise çoktan arabasına binip gitmişti.

Yakınlardaki Tekinsiz Değirmen

Sağım işi bittikten sonra inekleri salıp otlatacaktık. Bu yüzden kuzen beni görünce atı eyerlemeye gittik. Kaçan atımız yeni bulunduğundan ve nalları sökülmüş olduğundan, onu değil sadece fırtınayı eyerledik. Bugün at sırası Remzi’deydi. Ben de “Siz yaparsınız herhalde bugünlük” dedim kuzene. O da “Hallederiz, keyfine bak sen” dedi. Kurtulmuştum pis ineklerin boklu kuyruklarıyla attıkları şaplaklardan. Eskiden duyduğum ve her zaman karşı köyden çiftliğe gelirken gördüğüm bir değirmen vardı. Osmanlı zamanlarından kalma bir değirmen. Geçenlerde yol açarken yıkmışlardı halk korkuyor diye. İsteyen Çatalca belediyesinin dökümanlarından bakabilir. Ne zamandır merak ederdim orayı. Gitmeye karar verdim. 

Sivas Kangal gerçek kurt kırması Ayaz ve Haskan Sivas Kangal Sultan’ın iplerini çözüp değirmene doğru yola koyuldum. Ne olur ne olmaz diye de superposeu taktım sırtıma. İki elimde köpek, sırtımda tüfek; gören eşkıya zannedecekti. Değirmeni yakından ilk görüşümdü o. Yolun solunda kot farkıyla aşağıda kalan, her yerini ve özellikle de girişini çalıların kapladığı bir yapıydı. Değirmen taşı yer yer kırılmış, adeta yıkılmaya yüz tutmuştu. Yanına doğru yavaş yavaş yaklaştığımda, köpekler havlamaya başladı. Tasmalarından çekiştiriyor ama bir adım bile attıramıyordum. Değirmenin orada bir şeye havlıyorlardı sanki. 

Daha fazla onlarla uğraşmayıp, yerde çakılı olan kazığa taktırdım zincirlerini ve kapıya doğru ağır adımlarla yol aldım. Kapının önüne geldiğimde, tepede kemeri olan kapı tavana kadar çalıyla kaplanmıştı. Sanki bir şeyler içeri girilmesini engelliyordu. Tüfeği omzumdan çıkarıp, duvara dayadım ve zorlukla aralayarak içeri girdim. Üstüm başım her yerim ot, diken, çalı olmuştu. Silkelendikten sonra bir nefes çekip kafamı kaldırdım. Hiçbir şey yoktu içerde. Sadece unun öğütüldüğü taşın yanında, kovboy filmlerinde barlarda gördüğünüz fıçıların aynısından vardı. Yavaş yavaş fıçıya doğru ilerledim. 

Yukarı doğru eğimlendirilmiş tahtaları yan yana tutan paslı yuvarlak demire ellerimi dayayıp fıçının içine doğru sarktım. İçinde sadece bir nesne vardı. Mauzer tüfekleri bilirsiniz; onun mermisine benzer bir mermi. Kolumu fıçının içine sokup mermiye doğru uzandım. Uzandığım anda Sultan ve Ayaz’ın kalın havlama sesleri kesilmiş, kedi ağlamasına benzer sesler çıkarmaya başlamışlardı. Bu dikkatimi çekti ve biraz durdum ve ardından uzanmaya devam ettim. Ama ben dokunamadan mermi, yuvarlanarak yana doğru kaydı. Ürküp bir anda elimi çektim. Acayip şaşırmıştım. Bir daha denemeyerek dışarı köpeklere bakmak üzere kapıya yöneldim. Tekrar zorlukla o çalılıkların arasından çıkarak köpeklere baktım. Hiçbir şey yapmadan, dilleri dışarıda, yerde yatmış etrafa bakınıyorlardı. Duvara dayadığım tüfeği alıp, köpeklerin tasmalarını çıkardım ve çiftliğe doğru yola koyuldum.

Büyükbabamın Anlattığı Bir Esrarengiz Hikaye Daha

Tam bir hafta sonra salonda oturmuş kuzenimle yine büyükbabamın hikayelerini dinliyorduk. “Bundan yaklaşık 20 sene önce, bütün ailenin evde olduğu ve saat 02:00’de dağıldıkları bir geceydi. Biz de babaannenizle etrafı toplayıp yattık. Beş dakika kadar sonra alt kattan bilardo toplarının seslerini duymaya başladık. Tıkır tıkır bilardo oynuyorlardı aşağıda. Korkudan gece inemedik ama ertesi sabah aşağı inip “Burada bilardo oynamak iki altındır” diye yazı astım. Ondan sonra bir daha da bu sesleri duymadık. Fena mı olurdu iki altın bıraksalar her gece” deyip güldü.  Biz de güldük ayıp olmasın diye adama ama artık anlattıklarının gerçek olduğuna daha çok inanıyordum. O anda aklıma bir fikir geldi.

Pages: 1 2 3 4 5 6 7 8

Soru sor, cevap yaz, yorum yap, kendi hikayeni anlat... Burası senin; istediğini yazabilirsin.