Akşam Yemeği Fiyaskosu

7
0
(0)

Fantastik Hikayeler – Aşçılıkta berbat kadın nazik ve anlayışlı kocasına güzel bir akşam yemeği hazırlayabilmek için komşusu olan Doğu Avrupalı ve cadı olduğu söylenen korkutucu yaşlı bir kadından çaresizce yardım ister. Akşam Yemeği Fiyaskosu, sonu sürprizle biten keyifli bir çeviri fantastik hikaye

“Neden sos kabarmıyor?” Önümdeki ocakta bulunan Kraft makarna ve peynir kabını başımla işaret ederek sordum.”Kutulu makarnayı mı kastediyorsun?” diyerek kocam, sesinde bir bitkinlik iması ile cevap verdi. “Peynir tozu, Jen. Kabarmasına gerek yok.” Utançtan yanaklarım kızarmıştı. Hiçbir zaman iyi bir aşçı olmadım. İşin aslı her zaman berbat bir aşçıydım. Neyse ki eşim James kibar ve sabırlı bir adam. Her zaman “Beni yemek pişirmemden nefret ettiğinden daha çok sevdiğini” söyler.

Tabağına bir kaşık dolusu fazla pişmiş pirinç ya da az pişmiş makarna koyduğumda, hoşnutsuzluğunu gizlemek için elinden geleni yapıyor. Ama bu, kendimi hayal kırıklığına uğramış hissetmeme engel olmuyor. Yemek masasında onun karşısına oturup, ne kadar tecrübeli bir felaket olursam olayım, ilk kaşığı ağzına götürürken yüzünde oluşan istemsiz tiksinti seğirmesini gizlemeye çalışırken onu kaç kez izlediğimi size anlatamam.

Bu akşam da farklı değildi. İsteksizce James’e akşam yemeğini uzattım. Fazla pişmiş tavuk göğsü, hazır makarna ve peynir. Şikayet etmeden kaderine boyun eğdi ve minik mutfağımızın köşesindeki küçük tahta masadaki yerini aldı. Büyük bir çabayla lastik kıvamındaki tavuk göğsünü kesmeye çalışırken gülümseyerek “Yemek yaptığın için teşekkürler Jen” dedi.

Ve muhtemelen herhangi bir arka sokak çöplüğünde daha cazip bir yemek bulabileceği gerçeğine rağmen gerçekten minnettar olduğunu söyleyebilirim. “Ah, bu akşam al dente” diye mırıldandı kıkırdayarak, makarnadan ikinci lokmasını alırken. Her ne kadar takdir etsem de onun bu konudaki nezaketini hiçbir şekilde hak etmiyordum. O gece uyuyamadım. Yemek pişirmemi iyileştirmenin yollarını düşünürken yatakta bir o yana bir bu yana dönüp durdum.

Umutsuzluğa kapılıyordum. James bu konuda bana her zaman çok destekleyici davranıyordu. Onun için en azından tadı köpek maması gibi olmayan bir yemek yapmayı öğrenebilirdim. Muhtelif ve olası çözümleri düşündüm ve hiçbirini uygulanabilir bulmadım. Babam her zaman annemin “Suyu bile yakabileceği” konusunda şaka yapardı. Bu yüzden annemden tavsiye istemek anlamsız olurdu. Özel yemek dersleri alacak paramız da yoktu.

Geçmişte internetten bu konudaki bazı eğitim videolarını izledim çalıştım ama pişirdiğim yemekler hiçbir zaman olması gerektikleri gibi olamadı. Yaklaşık bir saat süren kapsamlı bir değerlendirmeden sonra, aniden caddenin karşısında yaşayan yaşlı bir Macar veya belki de Rus bir kadın olan Helga’yı hatırladım. Çok yaşlıydı ve biraz münzeviydi. Mahalledeki çocuklar ondan korkar, onun cadı olduğunu söylerlerdi. Sırf yaşlı ve belki de biraz tuhaf olduğu için onun hakkında böyle konuşmalarının çok kaba olduğunu düşünmüşümdür.

Yine de büyükanne olacak yaştaydı. Ve büyükanneler yemek yapmayı iyi bilirler değil mi? Belki benimle paylaşabileceği eski Doğu Avrupa aile tarifleri var olabilirdi. Aklıma gelen bu fikirden gayet memnun bir şekilde; ertesi gün onu ziyaret etmeye ve yardımını istemeye karar verdim. Ertesi sabah James işe gitmek için ayrıldıktan epey sonra uyandım. James, genellikle kendi kahvaltısını kendisi hazırlar. Ve muhtemelen kendisi içim en doğrusu olan; kendi öğle yemeğini de kendi hazırlar.

Yatakta uzandım, her zamanki kalkma saatimi çoktan geçtim, perdelerin arasındaki boşluktan süzülen güneş ışınlarının zeminde hareket etmesini izledim. Beni yatakta tutan tembellik değil, sinirlerimdi. Nedense Helga’dan ve yardım için ona ulaşma fikrinden korkuyordum. Belki de mahalledeki çocuklar, onun oldukça korkutucu biri olduğunu söylemekte haklıydılar.

Sonunda cesaretimi toplayarak yataktan kalktım ve sabah rutinime başladım. Bilirsiniz işte; saç, makyaj, iyi ütülenmiş bir elbise… Helga üzerinde iyi bir izlenim bırakmak istiyordum. Görünüşüm konusunda tatmin olduğumda kapıdan çıktım ve fikrimi değiştirmeden önce evinin kaldırımından aşağı indim. Çok kısa bir yürüyüştü. Evi benimkinin sadece iki blok aşağısında ve sokağın diğer tarafındaydı.

Kaldırımda dururken evinin dış cephesindeki boyanın kabarmış olduğunu fark ettim. Bahçesindeki çimlerde ya ölüydüler ya da ölmekteydiler. Evinin önünden sayısız kez geçmiştim ama evin sakinlerine yakışır bir kargaşa içinde olduğunu hiç fark etmemiştim. Ön kapıyı çevreleyen örümcek ağlarının bolluğuna hayret ederek ön verandasındaki merdivenleri çıkmaya başladım.

Kapıya hafifçe vurarak bir cevap almadan önce biraz beklemeyi umuyordum. Bunun yerine Helga sanki diğer tarafta durmuş benim gelmemi bekliyormuş gibi kapıyı hemen açtı. Ona defalarca uzaktan el sallamış hatta sokağın karşısından bağırarak hoş sohbetler etmiştim ama daha önce hiç bu kadar yakınında durmamıştım. Başının üstünde bir topuz halinde toplanmış gür, açık gri saçları vardı. Yüzü derin kırışıklıklarla kaplıydı.

“Merhaba” diye başladım. “Benim ismim…” “Jen” diye bitirdi. “Uhm… Evet, rahatsız ettiğim için özür dilerim. Ben sadece…” “Yardıma ihtiyacın var.” diye sözümü kesti yine. Bu beni şaşırttı. Kehanetlerini biraz rahatsız edici bulmuştum. Ama buraya kadar gelmiştim bir kere. “Evet. Ben pek iyi değilim. Şey, ııı, yardıma ihtiyacım var, ııı… yemek pişirme konusunda” diye yanıtladım. “Lütfen.”

Sanırım kekeleyerek yaptığım açıklamayla yetindi çünkü kapıyı sonuna kadar açtı ve uzun, aşırı zayıf kolunu evinin koridoruna doğru sallayarak beni içeri davet etti. Beceriksizce yanından geçtim ve koridorun diğer ucunda görünen mutfak masasına doğru yöneldim. Verandasındaki örümcek ağlarını andıran, çok girift desenli dantel bir masa örtüsüyle kaplı masasına mutfak oturdum. O da karşıma oturdu. Sessizlik bir havada asılı kaldı. Sandalyemde huzursuzca kıpırdanmaya başladım.

“Yani” dedi sessizliği bozarak. “Korkunç bir aşçısın.” Açık sözlülüğüne hayran kaldım. Aslında asla korkunç bir aşçı olduğumu söylememiştim. Ama sonuçta; mutfağımdaki duman detektörlerinin iki günde bir, akşam yemeği saatinde çaldığını duyabilecek kadar yakınımızda yaşıyordu. Başımla onayladım. “Güzel bir yemek yapmayı öğrenmek istiyorum… Bilirsin, tadı gerçekten güzel olan bir şey.” Sonra gözlerimi utançla yere indirdim.

“Ah. Kocan seni üzüyor, değil mi?” diye sordu. Onaylayan bir yanıt bekliyordu sanırım. “Hazırladığın yemeklerden şikayet ediyor değil mi?” “Hayır, asla! O çok tatlı ve nazik biri. Sadece onu daha fazla hayal kırıklığına uğratmak istemiyorum.” diye gözlerimin kenarlarında aniden biriken yaşlara şaşırarak açıkladım. Yaşlı kadından bir tür teselli bekleyerek, mutfak masasında ağır bir sessizlik içinde oturdum.

“Hımm…” diye mırıldandı. Görünüşe göre duygusal durumuma kayıtsızdı. “Tatlı ve nazik diyorsun?” “Evet” diye onayladım burnumu çekerek. Bir süre sessizce oturup düşündü. “İyi” dedi sonunda masadan kalkarken. Kötü uygulanmış bir teselli hareketi olarak yorumladığım bir şekilde kemikli avucuyla sırtıma biraz fazla sert vurdu. “Sanırım sana pratik tariflerimden birini öğretebilirim.” “Teşekkür ederim!…”

Ocaktaki anlaşılmaz bir şekilde köpüren tencerenin üzerindeki bir dolabı açıp, belirli bir şeyi bulmak için eşyaları çıkarışını izledim. Kabartma tozu, makarna, havuç, pancar, fasulye ve bezelye kutuları artık tezgâhın üzerinde; çok sayıdaki şifalı bitki ve baharat kutusunun yanında duruyordu. Sonunda beyaz tozla dolu küçük bir kavanozu bulana kadar dolaptan eşya çıkarmaya devam etti. Kavanozun içinki toz tuza benziyordu ama içimde bunun tuz olmadığına dair tuhaf bir his vardı.

“Al bunu” dedi cam kavanozu elime tutuşturarak. “Sana başka bir zaman yemek yapmayı öğreteceğim. Bu gecelik, servis etmeden önce bunu kocanın yemeğine serp. Hayal kırıklığına uğramayacak, söz veriyorum.” Sonra; uzun, sararmış bir tırnağıyla kalbinin üzerinde bir X hareketi yaptı ve biraz rahatsız edici bulduğum bir şekilde kıkırdadı.

Yine de kavanozu minnetle kabul ettim ve ondan yardım istemekle hata yapmış olabileceğime dair içimi ürperten o duyguyu görmezden gelmeye çalıştım. Yani, biraz tuhaf biri olabilir ama ben kimim ki yalnız yaşayan, yaşlı bir kadını yargılayayım. Başka bir gün yemek dersi için geri döneceğime söz vererek, nezaketle bir elini sıkarak evinden ayrıldım.

Yaşlı kadının evinin verandasından kaldırıma çıkar çıkmaz içimi bir rahatlama duygusu kapladı. Kaslarım gevşerken omuzlarımdaki gerginlik kayboldu. Sonunda sorunuma bir çözüm bulmakla kalmamış, bu süreçte yeni bir arkadaş da edinmiştim. En azından yeni bir arkadaş edindiğimi sanıyorum. Helga’yı çözümlemek biraz zordu. Ziyaretim hakkında ne hissetmiş olabileceğini deşifre etmeye çalışarak karşılaşmamızı düşündüm.

Demek istediğim; bana yardım etmeyi kabul ettiğine göre; evine randevusuz gitmemden rahatsız olmuş olamaz. Kadının “Hayal kırıklığına uğramayacak. Söz veriyorum.” şeklindeki sözlerini hatırladım ve sonunda kocama yemeye değer bir yemek sunma düşüncesiyle gülümsedim. Daha güneş batmadan ocağın yanında durmuş; pişirmekte olduğum bir tencere haşlanmış brokoli için endişeli düşünceler içinde bekliyordum.

Aklım sürekli önlüğümün cebindeki gizemli baharat kavanozuna kayıyordu. Ya da her neyse işte baharat olduğunu varsaydığım o şey. Aslında fare zehiri bile olabilirdi ama yaşlı kadına tamamen güvenecek kadar çaresizdim. Aniden, fırının sayacı çaldı, düşüncelerimi böldü ve kalbimin şiddetle atmasına neden oldu. Orta derecede nadir veya belki de iyi pişmiş pirzola tavasını almak için fırının kapağını açarken, aşırı tepkime güldüm.

Tepsideki en büyük pirzolayı, cömert bir açık yeşil brokoli yığınının yanındaki bir yemek tabağına dikkatlice yerleştirdim. Her zamanki gibi; pek çekici görünmüyordu. Kocamın tabağındaki brokolinin üzerine küçük cam kavanozdaki beyaz tozu temkinli bir şekilde serptim. Önümdeki hüzünlü topluluğa tekrar baktığımda, hepsini eklemenin daha iyi olabileceğine karar verdim.

Kavanozun tamamını tabağa boşalttım ve brokoliyle artık görünmez hale gelene kadar karıştırdım. Sonra; kocamın 70’lerden kalma bazı bayat bilimkurgu şovlarının eski tekrarlarını izlediği oturma odasına seslendim. “Akşam yemeği hazır!” O mutfağa girdiğinde ben iki tabağı çoktan hazırlamış ve masada bekliyordum. Kendi pirzolamın önüne oturdum ve o karşımda yerini alırken heyecanımı bastırmak için elimden geleni yaptım.

“Nasıl görünüyor?” diye sordum. “Brokoliye benziyor” diye şaka yaptı yanıt olarak. Çatalını alıp ıslak bir brokoli sapına saplamadan önce tabağı tekrar gözden geçirdi. Yeni malzemeye vereceği tepkiye tanık olmak için sabırsızlanarak koltuğumda öne doğru atıldım. İlk lokmasını çiğnerken nefesimi tuttuğumu hatırlıyorum. Yutkundu. Ve durakladı, biraz şaşırmış görünüyordu.

“Vay! Jen? Bu brokoliyi nasıl yaptın? İnternetten bir tarif mi buldun? Lezzetli!” “Lezzetli.” Bu kelime kafamda bir şarkı gibi yankılanıyordu. Mutluluk vücuduma yayılıyordu, mideme sıcak bir his gönderiyordu. Masadan atlamak ve mutfakta dans etmek istedim. Bunun yerine heyecanımı gizledim ve becerebildiğim kadar normal davrandım.

James’in brokoli saplarını ve pirzolasını ağzına tıkmaya devam etmesini neşeyle izledim. “Ah, teşekkürler James. Ben aslında…” Saçlarının durmadan renk değiştirmeye başladığını fark ettiğimde sözlerim boğazımda düğümlendi. Kalın, açık kahverengi saçları aniden beyaza dönüyor, bu renk değişimi köklerinden başlıyor ve hızla saç uçlarına doğru ilerliyordu.

Ağzım açık bir şekilde oturdum. Şimdi tamamen neredeyse yarı saydam beyaz saçlarla kaplı kafasına baktım. “Sen neymişsin be Jen?” James, görünüşünün birkaç saniye içinde büyük ölçüde değiştiğinin farkında değil gibiydi. “Saçın…” diye yanıtladım sorusunu görmezden gelerek. “Ne? dağınık mı?” diye sordu, kabarık beyaz parmaklarıyla dağınık bukleleri düzeltmeye çalışarak.

“Hayır! Hayır, dağınık değil. Aman tanrım! James!” diye bağırdım, ani bir görünüm değişikliğiyle bir kez daha sözüm kesildi. Dudaklarında 10 adet uzun, sırım gibi bıyık çıktığını fark etmemiş gibiydi. Sağ ve sol tarafların her birinde 5’er tane!.. Kalbim göğsümde büyük bir hızla çarpmaya başladı. Kalbimin sesi kulaklarımda bir gong gibi çınlıyordu adeta. Dizlerim altımda bükülürken sandalyenin arkana elimi koyup kendimi destekleyerek masadan hızla kalktım. “James!” diye tekrar bağırdım.

Cevap gelmedi. Birden gözümün önünden kaybolmuştu… “James?” diye haykırarak masanın kenarından, onun sadece birkaç dakika önce görülebildiği koltuğa geçtim. Yine cevap gelmedi. Boş sandalyesinin önünde durdum, masanın kenarını öyle bir kuvvetle kavradım ki parmak eklemlerim bembeyaz oldu. Mavi masa örtüsünü yavaşça geri çekmeden önce bir an tereddüt ettim. Kaldırılan masa örtüsü yemek masasının bacaklarının arasında yerde oturan büyük beyaz bir tavşanı ortaya çıkardığında midem düğüm düğüm oldu. Boğazımda safranın yükseldiğini hissettim.

Tavşanın yanına yere yığılıp kusma isteğimi bastırdım. Bu beklenmedik yaratığa bakarken yüzümden sıcak gözyaşları aktı. Tavşan boş gözlerle çevresini incelerken, kargaşada yere düşen küçük bir brokoli parçasını kokladı. Küçük, pembe burnunun altında yanakları seğirdi. Bu tavşanın sadece birkaç dakika önce kocam olduğundan emin olmasaydım, onu gerçekten çok sevimli ve fazlasıyla sıradan bulurdum.

“Çok üzgünüm” diye hıçkırarak tavşanı kucağıma aldım. Aslında kocam olan tavşanın yumuşak, tüylü kafasını okşarken, “Çok üzgünüm” diye tekrar tekrar tekrarladım. Saatler gibi gelen ama otuz ya da kırk dakikayı geçemeyen bir süre boyunca mutfakta hıçkıra hıçkıra ağlamaya devam ettim. Bir süre sonra kendimi yeterince sakinleştirmeyi başardım ve gözyaşlarım durdu. Kendimi birkaç derin nefes almaya zorladım ve uyuşmuş halde oturdum.

Kocamın, mutfak zemininde orantısız derecede büyük arka ayakları üzerinde zıplamasını izledim. Fayanstan akseden sesleri duymak midemi bulandırmaya başlamıştı. Yine kusma isteği duydum. Umutsuzca bizi bu karmaşadan kurtarmak için bir çözüm bulmaya çalışırken aklıma Helga geldi. O kötü, aşağılık, kötü yaşlı kadın. O cadı. Bunu ona o yaptı. Nedenini bilmiyorum, kesinlikle nasıl olduğunu bilmiyorum ama yaptığını biliyorum.

İçimde bir öfke kabardı. Yüzümün ısındığını ve midemin öfkeyle kaynadığını hissettim. James’i yerden yakaladım ve yaşlı kadınla tekrar yüzleşmek için ön kapıdan çıkarken küçük bedenini göğsüme dayadım. Yaşlı kadının kasvetli verandasına adım attığımda kalbim hızla çarpmaya başladı. Güneş battıktan sonra bir şekilde daha az davetkar görünüyordu. Kapı aniden açıldığında ön kapıya vurmak için titreyen yumruğum havada kalakaldı.

“Ah, bu kadar çabuk mu döndün?” diye sordu kadın; neşeli, küçümseyici bir ses tonuyla. Yüzündeki sinsi gülümseme, bu durumdan onun sorumlu olduğuna dair şüphelerimi doğruluyordu. Konuşmak için ağzımı açarsam tekrar hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlayacağımdan korkarak, tek kelime etmeden; dirseğimin içine yuvalanmış tavşanı işaret ettim. Sert görünmeye çalıştım, ancak kapısının önünde bir su birikintisine dönüşmeme sadece birkaç saniye kaldığını anlayabildiğinden emindim.

“Ne?” diye sordu, sanki tüm bunlar onun için büyük bir oyunmuş gibi cahil numarası yaparak. “Sana lezzetli bir yemek yapmayı öğretmemi istedin, değil mi?” Başımı salladım, kollarımı James’e sardım ve onu hızla atan kalbime daha da yaklaştırdım. “Eh, tavşan güveci benim favorim”

RD

Ana Sayfa * Fantastik Hikayeler * Google Haberler’de takip et

BU İÇERİĞİ NE KADAR BEĞENDİNİZ?

Puanlamak için bir yıldıza tıklayın!

Ortalama değerlendirme 0 / 5. Oy sayımı: 0

Şu ana kadar oy yok! Bu gönderiye ilk oy veren siz olun.

Bu yazı sizin için yararlı olmadığı için üzgünüz!

Bu gönderiyi geliştirelim!

Bize bu yazıyı nasıl geliştirebileceğimizi söyleyin?

Keşfet

ParanormalHaber sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et

ParanormalHaber sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et